Psikiyatri hastası nedir?*

Bir psikiyatrist farklı ortamlarda çalışıyor olabilir. Psikanalist olan psikiyatristler bildiğimiz divanlı ofislerde çalışırlar. Psikanalist olmayan, BDT (Bilişşel Davranışçı Terapiler) terapistlerinin ofisleri bildiğimiz muayenehanelere benzer. Bu grubun dışında pek çok psikiyatrist özel ya da kamu hastanelerinde polikliniklerde çalışırlar. Bu saydığım çalışma biçimleri metindeki sıralarıyla artan biçimde kaotikleşirler.

Bir şekilde yardıma ihtiyacınız olup bu farklı psikiyatristlerden birisine başvurduğunuzu düşünün. İlkinde  ve muhtemelen ikincisinde sıfatınız “danışan” olacaktır. Muhtemelen üçüncüde ve dördüncüde de “hasta” olacaksınız. Aslına bakarsanız batı dünyasındaki terapistler kendilerine başvuran kişileri “tüketici” (consumer) olarak da nitelendirmeyi tercih edebiliyorlar. Bir tıp branşı düşünün ki kendisine başvuran kişilerin “hasta” olup olmayacağına ilişkin karar birliği yok kendi içerisinde. Aslında psikanalist veya BDT terapisti olmak için psikiyatrist olmanıza da gerek yok. Dolayısıyla bir tıp branşı düşünün ki mesleki uygulamaları hekim olmayan kişiler tarafından de gerçekleştirilebilsin. Bu psikiyatrinin laneti de olabilir, belki de marifetidir ilk yazımda değindiğim gibi.

Bugünkü konumuz: Psikiyatriste başvuran kişilerin ne kadarı hastadır? Bu hastalık modeli ve medikalizasyon kavramlarını da kapsayacak ayrı bir tartışmayı hak edecek bir soru kuşkusuz. Mütevazi bir yanıt “pek azı” olabilir yine de. Psikiyatrik hastalık olduğunu düşündüğünüz durumların çoğunun “… hastalığı” değil, “… bozukluğu” olması adeta bu sorudan kaçmak için bırakılmış bir açık kapıdır.

hap

O zaman bir can yakıcı soru daha: Başvuranların pek azının hasta olduğu bir psikiyatri polikliniğinde başvuranların ne kadarına ilaç reçete edilir? Pek çoğuna! Bu gerçekten de kendi içinde çelişkili bir durum. Bana başvuranlara açıkladığım gibi açıklayayım size de: Ağrı kesici (antienflamatuar) ilaçlar romatizmal hastalıklarda reçete edilir, üstelik de sadece semptomatik değil (ağrıyı dindirmek), abortif de (ilerlemeyi önleyici) yarar gösterirler. Ağrı kesici ilaçlar bileğini burkmuş bir kişiye de reçete edilebilir, bilek burkmak bir hastalık olmasa da. Bu kişide de semptomatik yarar gösterir.

İşte hayatında karşılaştığı bir takım zorlanmalar karşısında uykuya dalmakta güçlük, tahammülsüzlük ve kolay sinirlenme veya iştahsızlık gibi semptomlar yaşayan kişilerin bu semptomlar kendi başlarına bir hastalık olmayabilir. Başvuranların aslında çoğunda da değildir. (Bazen de depresyonda olduğu gibi bir hastalığın belirtisidir, ayırmak uzmanlık ister. Yazıdan psikiyatrik hastalık yoktur anlamı çıksın istemem.) Hasta olamayan bu kişiler tıpkı ayağını burkanlar gibi ilaç kullanabilirler elbet. Sakıncalarından birisi ilacın istenmeyen etkileri olabilir. Benim daha önemsediğim sakıncası ise kişinin nedne ayağını burkup durduğunu düşünmekten vazgeçmesidir. Evlilikleri ile ilgili sorun yaşayan pek çok kadın tedavi başlandıktan sonra ilişkilerini düzeltmenin yollarını aramaktan vazgeçip hayatlarına aslında memnun olmadıkları o ilişki ile devam ederler yani.

Dediğim gibi ilaç kısmı zor bir karar. Hekim olarak en azından bu tartışmayı bana başvuran kişilerle birlikte yürüttüğüm için vicdanım kısmen rahat. Burada yazarak insanları kendi gerçekleri ile yüzleştirmeye çalışıyorum ve vicdanımın rahatsız olan diğer tarafına da el atıyorum.

Sorunlarınız ruhsal belirtilere yol açabilir. Lütfen belirtileri geçirmek için gösterdiğiniz gayretin bir kısmını belirtilere neden olan koşulları değiştirmek için de gösterin.

http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/psikiyatri-hastasi-nedir-31066*

3 comments

  1. Doktor bey, iyi günler.
    Blogunuz ve siteniz çok güzel, emeğiniz için teşekkürler.
    Anladığım kadarı ile, erişkin psikiyatrısınız.
    Ben bu makalenize kızım hakkında -yayınlamanızı pek de dilemediğim- soru dolu bir yorum yazmak istiyorum ama niyetim danışarak sizi rahatsız etmek değil. Belki yaşı geldiğinde “danışan”ınız da olur. Çünkü şu anda 11 yaşında. Bu soruları, belki de başka bir makalenize konu etmeyi uygun görürsünüz diye not etmek istiyorum.
    Kızımı babası ile çocuk psikiyatristine götürdüğümüzde 6.5 yaşında idi. O gidiş ise, kendi kararımızla olmamıştı. Okulunun zorlamasına artık dayanamayacağımızı hissettiğimiz için olmuştu. Onun psikiyatrik bir sorunu olduğunu hiç sanmıyordum. Gayet akıllı, sevecen ve sevimli bir çocuk olduğunu düşünüyordum. Fakat 5 yaşında ana sınıfına başladığında, daha ikinci gün sınıftan atılıp başka bir öğretmene gönderilmesi ile yaşamaya başladığımız sorunlar, birinci sınıfın ortalarına geldiğinde hâlâ okuyup yazamıyor ve akıcı konuşamıyor olması nedeniyle, muhtemelen zihinsel engelli olduğu ve birinci sınıfı geçemeyeceği hususlarının da yüzümüze açıkça söylendiği ana kadar öğretmenlerle bir sürtüşme ve dalaşma şeklinde devam etti. Hatta bir “pes” noktasına gelip, muhitimize en yakın zihinsel engellilere özel okulu aramaya başladığımı da itiraf etmeliyim. Hem de daha beş buçuk yaşında, okulda yaşadığı sorunlara canı sıkıldığı oldukça belli olan bir günde, yatağına uzanıp gözlerini tavana dikmiş vaziyette, kendi kendine, dalgınca, “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele burada!” diye söylenen bir çocuğu. Fakat babası müdahale etti ve onu zihinsel engelliler okuluna götürmemi engelledi. Sonra da okula direnmeyi bırakıp bir çocuk psikiyatri profesöründen randevu aldık. Direnmemin ise birkaç sebebi vardı elbette. İlki, kızımda psikiyatrik bir sorun olduğuna inanmayışım, ikincisi, okulla zıtlaşmam, üçüncüsü -ki bu durum aslında ikinci durum ile ilgili, kendi depresyonumun sağlıklı düşünmemi engellemesi idi.
    Fakat muayeneden ve testlerden sonra birkaç noktada okula karşı haksız çıktım.
    Ana sınıfında bir öğretmeni “otizm”, diğer öğretmeni ise “şizofreni” teşhisi koymuşlardı ve onları doktorculuk oynamakla suçlayıp çok sert tepkiler göstermiştim. Psikiyatri kliniğinde yapılan testlerden sonra ise (3,5-4 saat kadar sürmüştü) kızıma DEHB, disleksi ve asperger sendromu gibi teşhisler kondu. Yani öğretmenleri biraz haklıydı. Sonra da ilk anda iki (Concerta ve Risperdal) ve sonradan bir ilave (Fenotral) ile toplam üç ilaç reçete edildi. İlaç kullanmaya karşı olmama rağmen, doktorumuzun “başka seçeneğimiz olmadığına” dair ciddi uyarısı ve ilkokulun birinci sınıfının sonlarına yaklaştığımız o sırada, halen daha okuyup yazamıyor oluşu nedeniyle kullanma kararını verip başladık.
    Bu yaşına kadar da okul zamanlarında hep kullandı.
    Doktorumuz, kızımdaki DEHB’un “meslek hayatında kız çocuklarında gördüğü en ağır vaka” olduğunu söylemişti. Profesör olduğunu ve meslek hayatının uzunluğunu düşündüğümde, durumun ne denli ağır olduğunu o anda kavradığımı anımsıyorum. Nitekim ilaçlar, okul hayatını hemen düzene sokup, okuyup yazmasını ve matematik işlemleri yapmasını (Ya da bunları zaten yapabildiğini göstermesini) ve ikinci sınıfa geçmesini sağladı. Özellikle matematik alanında zihinden hesaplama kulvarında inanılmaz işler yapmaya başlamasını da.
    Fakat ilaçlar onu adeta robotlaştırıyor. İlacı alması ile o neşeli, şakacı, girişken ve -evet- hareketli çocuk gidiyor, yerine sanki hüzünle durulmaya programlanmış bir android geliyor.
    O zamanlar kızım ilacı aldığı gün okumaya ve yazmaya başladığına göre, düşünmüştüm ki, aslında okumayı-yazmayı öğrenememiş değildi. Harfleri belirgin şekilde ters yazıyordu evet, ama bir yandan da “yerçekimi diye bir şey yoktur, kara deliklere “kara” denmemeli anne, onlar sadece deliktir, onlar belki de uzayın sifonu ya da çamaşır makinesidir, bir kâbus gördüm; kozmik bir örümcek güneş sistemindeki tüm gezegenleri kolları ile yakalamış, birbirlerine doğru çekiyordu ve sistemi yıkmaya çalışıyordu, bense uzay boşluğunda onu izlerken korkumdan ağlıyor ve sistemi kurtarmam gerektiğini düşünüyordum.” tarzında konuşuyordu.
    Okulda hiç arkadaşı yoktu ve öğretmenleri ile konuşmuyordu. Onun aslında çok akıllı bir kız olduğunu anlatmaya çalıştığımda ise, öğretmenleri bana inanmıyorlardı. Klinikte yapılan ilk wisc-r testinde ise oldukça yüksek bir IQ değeri belirlenmişti ve ben onun çok akıllı olduğunu iddia edip duran bir anne olduğum halde, bu kez de test sonucundaki rakama inanamadım ve doktorumuza “Bu test hatalı olmasın, tamam, çok akıllı bir kızdır ama bu kadar olacağını da sanmıyorum, sonuçta okumayı-yazmayı öğrenemeyen bir çocuktan bahsediyoruz.” dediğim bir çelişkili durumun içine düşmüştüm. Doktorumuz o test sonucunu okula götürmemiz için bize vermişti. Verirken de, “Bunun aslında bir önemi yok, test hatalı olabilir ama hatası olsa olsa azami IQ’sunu göstermek konusundadır. Rahatsızlıkları nedeniyle bu çocuğun gerçek IQ’su ölçülemez.” demişti. Doğal olarak bir anne zayıflığı ile test sonucunu okula götürüp, adeta yaklaşık iki yıl hırpalanmamızın intikamını alırcasına, öğretmeninin önüne atmıştım ve rahatlamıştım.
    Sonra eğitim sisteminin tartışmalı da olsa olanakları gündeme geldi ve bazı ilave test süreçlerinden sonra (Bu süreçlerde yapılan diğer bir wisc-r ölçümü sonrasında testi yapan uzman tarafından sözel IQ’su “görece düşük” olsa da, performans IQ alanında aday çocuklar arasında en tepede tespit edildiği söylenmişti), geçtiğimiz yıl, 10 yaşında, Bilsem denilen bir birime seçildi. Aslında “en tepede” tarzı değerlendirmeleri, etkeni olmadığım bir özel durum ile övünmek zayıflığını gösteriyor olsam da, çok da önemli bulmadığımı belirtmeliyim. Kullanılamadıktan sonra zekânın aslında başa bela olabileceği olgusundan haberdar olduğumu da. İlaç kullanmaya karar verişimizin nedeni buydu zaten.
    Devlet kurumu olan bu yerde hafta sonları eğitim verildiği için, kızıma ilacı vermiyorum. Kızım ise orada çok mutlu hissettiğini anlatıyor. Sanırım Devlet bu noktada iyi bir şey yapmaya çalışıyor ve tarama-tanılama çalışmalarında yeterli olmasa da, üstün zekâlı olarak tanımladığı çocuklara buralarda uzman öğretmenler tahsis ederek temel bilimsel mefhum ve kavramlardan bahsetmeye başlıyor.
    Kızım burada çok mutlu olduğunu hissediyor demiştim. Çünkü orası “farklılığından” dolayı sıkıntı duymadığı ve bunun da kendisine farkettirildiği bir yer. Oradaki çocuklar da kızıma benziyorlar. Velilerden bir anne ile sohbet ederken, ona öykümüzdeki zihinsel engelliler okuluna sevkedildiğimiz kısmı anlattığımda, kadıncağız bir kahkaha atıp, “Biz zaten zihinsel engelliler okulundan geliyoruz. Üstün zekâlı olduğu orada anlaşıldı.” dediği anı unutamıyorum. Fakat onun kızı için de aynı ilaçlar başlanmıştı ve annesi, tıpkı benim yaptığım gibi, hafta içi okulda ilaçları veriyordu, hafta sonu Bilsem’de kesiyordu. (Yine tıpkı benim gibi hafta sonları biraz iştahlansın da yemek yesin gayesi ile) Bu durumda anladım ki, bu üstün hatta deha tarzı zekâlarla tespit edilen ve genel olarak ilaçlanmakta çocuklar, Bilsem’de ilaçlarını almasalar bile, kayda değer sohbetler çerçevesinde ortaya kayda değer fikirler ileri sürebiliyorlar. Yani onlara biraz motivasyon ve misyon yüklenmesi ile sorunları halledilebiliyor. Onları ileriki yaşamlarında genel olarak köreltecek olan mefhumun ise, doğrudan okulları olduğunu düşünüyorum. Yani gelecekte bir gün, Nobel fizik ya da kimya ödüllerinden birini kapacaklarından, Devlet kadar umutlu değilim. Çünkü orada biz velilere verilen bir seminerde, bu deha tarzı zekâların genellikle ilaç kullanmakta oldukları ve merkezi sınav sistemlerinde başarı göstermeye zorlandıkları, eleştirel bir dille anlatılmıştı ama buna karşı bir çare gösterilmemişti. Oysa ben sistemin onların rüyaları ya da kâbusları ile ilgilenmesini ve erken yaşta felsefe eğitimine geçmesini isterdim. Kızıma ilaç kullanmaya başladığımızdan beri bir anne olarak farkettiğim bir sorun var ki, hiç kimse, ne doktorları, ne de eğitimciler, bunun üzerinde durmuyorlar. Çocuk ilaç aldığı zaman rüyalarını ya görmüyor, ya da hiç hatırlamıyor. Oysa o rüyalarda çok şeye dair ipuçları olduğuna inanırdım. Bu ise belki de psikiyatriden ziyade eğitim sistemi ile ilgili bir sorun ama ben bu noktada bir diğer durumu anlamaya çalışıyorum. Dört yıldan fazla bir süredir, sürekli çocuk psikiyatri kliniklerindeyiz ve ilaç yazdırıyoruz. Bunu yapıyoruz, çünkü İlaç kullanmadığı zamanlarda dikkati dağıldığı için notları düşüyor. Fakat ilaç kullandığında da o şaşırtıcı, neşeli, muzip ve ilginç kelamlarını ard arda sıralamaktan ziyade, asık bir suratla oturuyor ve neredeyse hiç konuşmuyor. Muayeneler de aslında çok rutinleşti. Sanki artık “İlacı bitmek üzere, bu hafta randevu alalım” tarzındayız. Kızımın bu durumunun bir hastalık olarak nitelendirilmesini de kabullenemiyorum. İşin gerçeği, “rahatsızlık” bile olduğunu düşünmüyorum. Okullar tatil olduğundan beri yine ilaçsız dönemdeyiz ve sürekli şakacı, sürekli neşeli ve mutlu bir halde ortalıkta dolanıyor. Bilgisayar oyunlarını çok fazla seviyor ve bazen saatlerce kapılıyor ama bir yandan da online bir arkadaşı ile yabancı dilde yazışıyor ve ben bunun da farklı bir sosyalleşme olduğunu düşünüyorum. Çok yakın bir arkadaşı var ve birlikte olduklarında sürekli kıkırdıyorlar. Bir kedisi var ve onunla da her türlü şakalaşma hali içinde. Kucağına alıyor, seviyor, misal bir duruşu ya da yatışı nedeni ile bana dönüp “Aynen Titanik gibi duruyor değil mi anne? Yan yatmış hali gibi?” şeklinde bana göre oldukça nitelikli espriler yapıyor vs. Yine olağanüstü derecede güzel fantastik kurgu karakterler çiziyor, ilginç şiirler yazıyor, Stephen Hawking’in karadeliklerin rengi konusundaki bir yıl ara ile yaptığı çelişkili açıklamaları ile veya Newton’un ağaçtan düşen elması ile dalga geçebiliyor. (“O elma aslında yerçekimi diye bir etki ile düşmedi anne, uzak bir galaksinin manyetik dalgaları onu Newton’un kafasına ittirdi”, veya “Stephen Hawking yanılıyor anne, uzay delikleri gri olamaz, onlar sadece deliktir ve kara bile denmemeli, -yaklaşık bir yıl sonra Hawking açıklaması: Karadeliklerin gri olabileceği hakkındaki açıklamamızda yanılmış olabiliriz.”)
    Ya da neredeyse bir kitap konusu olabilecek düzeyde başka açıklamaları, çizimleri, fikirleri vs.
    Ama o “psikiyatrik hasta” ve psikiyatrik ilaç kullanması gerekiyor! Çünkü onda “serpişik asperger sendromu” ve “DEHB” var! O bir potansiyel şizofren! “Davranış bozuklukları” şeklinde daha 6.5 yaşında, resmi olarak teşhis ve rapor edildi. Muhtemelen de yaşamı boyunca damgalanmış durumda.
    Bunu anlayamıyorum doktor bey, gerçekten anlayamıyorum. Bu işin başka bir yolu yok muydu acaba?
    Yazınızda çok güzel tespitler yapmışsınız. Keşke psikiyatristler arasında bu konularda bir fikir birliği olsa.
    Tekrar iyi günler dilerim ve yordumsa özür dilerim.

    • Merhaba. Farklı bir uzmandan farklı bir yoruma ihtiyacınızın olmadığını sezinliyorum. O yüzden aktardığınız öykü ile ilgili sadece şunu söyleyeceğim: Kızınızla kurduğunuz ilişki şu anda muhtemelen diğer her şeyden daha önemli.
      Evet, bazı farklılıkları barındıran ve muhtemelen de barındıracak olan bir çocuk yetiştirme yaşantınız olacak gibi görünüyor, hayatın bazı lütufları hem farklılık hem de zorluk içerebiliyor işte.
      Size ve ailenize yürekten kolaylıklar ve esenlik dilerim.

  2. Çok teşekkür ederim. Yanıtladığınız için de ayrıca… Fakat yine de, kızımla kurduğum “her sabah ve her akşam ilacını uzatmak” ilişkisi konusunda tereddütlüyüm ve bu yıl da, farklı uzmanlardan, farklı yorum arayışlarıma devam edecek gibiyim. Ya da bu arayışı tamamen bırakıp, ilaçlarını vermeye devam edeyim. Hele de sizin “selfie” konulu yazınızı okuduktan sonra, onun ilaçlı iken selfie çekmekle uğraşmadığını, ama ilaçsız iken selfie çekmeye çalışmaktan şekilden şekile girdiğini akıl edince… Belki de bütün selfiecilere Concerta ve Risperdal reçete edilse, selfie sorunu biter. Ne dersiniz, üzerinde düşünmeye değmez mi? 😉
    Bu arada son yazınızla sorduğunuz soruya naçizane bir yanıt olmak üzere, sayfanız bu şekilde çok net, ferah ve aydınlık. Güzel yani. Yeni yazı konusunda takipçilerinizi çok fazla bekletmeyeceğinizi umarak, ben de size yürekten esenlikler diliyorum.

Hypatia için bir cevap yazınCevabı iptal et