Gezi Direnişçileri: Daha önceleri nerelerdeydiniz?

Gezi direnişi ile bir kuşak kendilerine miras kalan yenilgi geleneğinden ve doğal sonucu olan yılgınlık halinden kurtuldu. İktidar da bu yılgınlığa tutunmak için sanki, direnenlere ardı ardına yenilgilere göndermeler yaparak suçlamalarda bulundu: “… olduğuzaman neredeydiniz?”Sincan Direnenler tanımadıkları ama yılgınlığını adeta aile yadigarı gibi üzerlerinde taşıdıkları travmaların suçlusu ilan edilmekteydiler. Kendi kuşak aşan travmalarının suçlusu! Ok yaydan çıkmıştı bir kere, yılgınlık silkelenmişti, yanıt gecikmedi: “Kreşteydik!” Ben ise başlıktaki soruyu suçlama amacıyla değil Bir Bahar Akşamı Rastladım Size* isimli hicaz şarkıdaki duygu ile soruyorum. Bu arada yazıyı okurken de bir yandan dinleyebilirsiniz:

Yılgınlık silkelenmişti ve fırtına dinip suların henüz durulmadığı bu günlerde ruh sağlığı alanı da halen oldukça üretken. Meslektaşlar daha çok bir araya geliyor, paylaşıyor ve üretiyor. Şimdi dönüp baktığımda görüyorum ki ben aslında fırtınanın içindeyken üretmeye başlamışım ve bir toplumsal dinamiğin nasıl bir direnişe dönüşmüş olabileceğini sosyal psikoloji ve evrimsel psikoloji perspektifleriyle anla(t)maya çalışmışım.

Bu metin kaleme alındığı sırada sular halen durulmuş değil. Yine de twitterdan hangi semtten eli sopalıların çıktığını, hangi apartmanın kapılarını direnişçilere açtığını ya da hangi sokakta doktor ihtiyacı olduğunu takip ettiğimiz günler geride kalmış durumda. TPD bülten için yazmam teklif edildiğinde, bu görece dinginliğin verdiği fırsatla şimdiye kadarki üretimime baktığımda yaklaşımımda temel bir yanılgımı görmekteyim: Şimdiye kadar toplumsal dinamiklerin nasıl olup da bir direnişe dönüşmüş olduğu üzerinde fikir yürüttüm. Oysa galiba nasıl olup da şimdiye kadar direnişe dönüşmemiş olduğu üzerinde düşünmek gerek esas.

osymnin-hakim-savci-sinavinda-buyuk-skandal-0509121200_m

  • Mezhep temelli olduğu yönünde sıklıkla eleştirilen dış politikamız sürdürülürken Reyhanlı’da meydana gelen patlamada 53 vatandaşımız öldü ve iktidar tarafından mezhepsel kimlikleri ile anıldılar,
  • Sivas’ta yakılarak ölen vatandaşlarımızın katilleri zaman aşımından beraat etti ve durum iktidar tarafından “hayırlı olsun”diyerek karşılandı,
  • ÖSYM’de ardı ardına gelen skandallarda soruların sınavdan önce sızdırıldığı yönünde işaretler varken kopyaya önlem olarak sınava giren insanların alyanslarına kadar çıkarmaları istendi ve pek çok insan mağdur edildi, akim ve savcılık sınavlarında bile kopya skandalı yaşanmışken ÖSYM başkanı ne istifa etti ne de görevden alındı,
  • Onbinlerce öğretmen verilen sözlere karşın atanmadı,
  • İktidarın hekimliği hızla değersizleştiren politikaları süresince hekimlere saldırılar ve muhtemelen hekim intiharları belirgin biçimde arttı,
  • Hopa’da doğaya sahip çıkan insanlara acımasızca saldırıldı ve ölen emekli öğretmen Metin Lokumcu’nun ismi bile telafuz edilmeye layık görülmedi,
  • Üniversitelerde eğitim kalitesi azaldı ve kadrolaşma ayyuka çıktı, akademik kadrolar isme özel sipariş edilmeye başlandı,
  • Kamu kurumlarında sistematik olarak desteklenen sendikavari yapılanmaların yetkili sendika olması sağlandıktan sonra toplu sözleşmelerde emekçilerin hak kayıpları yaşandı,
  • Akademisyenler sanayi bölgelerinde bebeklerin mekonyumunda ağır metal bulunca yargılandılar,
  • Gazete patronları gazetecilerine sahip çıkamadıkları için iktidar tarafından alenen azarlandılar, sansür ve otosansür basın, akademi ve sanat başta olmak üzere hayatın her alanında belirgin biçimde hissedilir oldu,
  • İktidarın ele geçirmediği spor federasyonu kalmadı, futbol kulüpleri büyük ölçüde iktidar yanlısı yönetimler tarafından idare edilir oldu, taraftarlar siyasileri azıcık protesto edecek olduklarında stadyumlarının henüz resmi olarak kulübe devrinin yapılmadığı hatırlatılarak tehdit edildiler,
  • Kadınların kaç çocuk doğuracağı, bu çocukları nasıl doğura(ma)yacağı ve yaşam biçimi olarak tanımlanabilecek daha pek çok konu devlet politikası haline getirildi, çocuk ve kadınlara tecavüzler arttı, eski sevgili olmak tecavüzde ceza indirimi nedeni kabul edildi, kadın cinayetleri komik önlemlerle engellenmeye çalışıldı ve kadının kırmızı telefon kullanıyor olması cinayette ceza indirimi olarak kabul edildi…

Doğru soru akademisyenlerin, doktorların, basın yayın emekçilerini, işçilerin, mezhepsel azınlıkların, öğrencilerin, taraftarların, kadınların, sağlık emekçilerinin, çevrecilerin yani halkın şimdiye kadar nasıl direnmediği olmalıydı.

Image

Aslında neden şimdiye kadar direnilmediği konusu sosyal psikoloji alanının hızlı bir gözden geçirilmesi ile anlaşılabilir. Allport sosyal psikolojinin bireylerin, davranış, duygu ve düşüncelerinin başkalarının gerçek, hayal edilen veya ima edilen varlıklarından nasıl etkilendiği ile ilgilendiğini söylemiş. Allport’un tanımında grup ya da topluluk sözcüğü yerine “başkaları” ibaresi bulunması sosyal psikolojinin davranışçı ekolünün yumuşak karnını da işaret etmekte; grubu insanların toplamından ibaret olarak kabul etme. Modern sosyal psikoloji ise Asch ve Şerif gibi Avrupa kökenli ve Gestalt yönelimli psikologların katkılarıyla, birey için grubun diğer insanların toplamından daha farklı bir anlamı olduğunu göstermiştir. Günümüzde sosyal psikoloji alanının temel konuları arasında gruba uyum, itaat ve liderlik gibi konular bulunmakta. Bu konulardaki fenomen haline gelmiş deneyleri gözden geçirmek, grubun birey için nasıl diğer insanların toplamından ibaret olmadığını düşünme fırsatı da verecektir.

Otoriteye itaat

Yirminci yüzyılda inanılması güç olaylara tanıklık edildi: Milyonlarca masum insanı gaz odalarında katledilmesi emri -evet- bir diktatör tarafından verildi ama sıradan insanlar tarafından uygulandı. Düne kadar postacı, köylü, öğrenci, anne, dayı olan insanlar otorite figüründen gelen komutla cellat oluverdiler. Otorite figürü varken bu dönüşümü pek de sorgula(ya)mamışlardı, otorite figürü ortadan kalkınca ise bazıları yaşadıkları ile ilgili derin bir şaşkınlık yaşadı. Image

Okuyucu (The Reader) filminde Kate Winslet’in oynadığı karakterde tam da bu şaşkınlık hali tariflenir. Tarikat liderinin emri ile kendini ve çocuklarını topluca öldürenleri mi ararsınız, başka bir liderin emri ile defalarca estetik operasyon geçirip hepsi birbirine benzeyen onlarca genç kadını mı (bu sonuncusunu çok uzaklarda aramanıza gerek yok). Otoriteye itaat işte bu gibi sarsıcı olaylardan sonra sosyal psikolojinin ilgisini daha da çekmiş.

Konuyla ilgili en çok atıf yapılan çalışma kuşkusuz 1963 tarihinde Yale Üniveristesi’nde gerçekleştirilen Milgram Deneyi’dir. Dileyenler konuyla ilgili bol sayıda materyale internetten kolaylıkla ulaşabilir. Özetlemek gerekirse: Deneyde temel olarak 3 kişi yer alır; Çalışmacı, sahte denek ve katılımcı. Katılımcılar gazete ilanı ile 4.50 dolar karşılığı toplanmış ve deneyi tamamlamasalar bile ücretlerinin ödeneceği kendilerine vaat edilmişti. Katılımcı bir öğrenme deneyine katıldığını düşünmekteydi. Deneyde katılımcıya diğer bir katılımcı olarak tanıtılan ama aslında çalışma ekibinden olan bir kişi daha bulunuyordu (sahte denek). Katılımcıyla sahte denek arasında hileli bir kura çekiliyor, sonuçta katılımcının her zaman “öğretmen”, sahte deneğin de “öğrenci” olması sağlanıyordu. Daha sonra çalışmacı, öğretmen rolünü alan katılımcıya, sahte deneğin deney boyunca yaptığı her yanlış için 15’er voltlarla artan elektrik uyaranı vermesi talimatı veriyordu. Katılımcıya 45 Voltluk bir akım verilerek bir demonstrasyon da yapılmaktaydı. Sahte denek sesinin rahatlıkla duyulabildiği fakat görülmediği diğer bir odada bulunmaktaydı ve elbette (katılımcının düşüncesinin aksine) aslında elektrik akımına maruz kalmıyordu. Prosedürün başlamasından önce sahte deneğin kalp hastalığı olduğuna ilişkin bilgi de verilmekteydi. Sahte denek standart olarak 75 Volt’ta inlemeye, 120 Volt’ta yüksek sesle şikayetlenmeye başlıyor ve 150 Volt’ta deneyin sonlandırılmasını talep ediyordu. Bu noktadan sonra sesler gitgide canhıraş hale gelmekte ve 285 Volt’tan sonra sahte deneğin sesi duyulmamaktaydı. Katılımcı durmayı talep ettiğinde ise çalışmacı sırasıyla şu talimatları sıralamaktaydı:

  1. Lütfen devam edin.

  2. Deney için devam etmeniz gerekiyor.

  3. Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.

  4. Başka seçeneğiniz yok, devam etmek “zorundasınız”.

Katılımcı bu talimatlardan hepsi verildiğinde dahi durmazsa deney devam ediyor ve üç kere üst üste maksimum 450 Volt uyaranı verdiğinde deney sonlanıyordu.

Milgram deneyen önce psikoloji yüksek lisans öğrencilerinden deneyin sonuçlarına ilişkin öngörüde bulunmalarını istemiş ve öğrenciler ortalama olarak katılımcıların %1,2sinin maksimum doza çıkacağını tahmin etmişlerdir.

Deney ise katılımcıların %97‘sinin 150 Volt, %65‘inin maksimum doza çıkması ile sonuçlanmıştır. Daha sonra deney defalarca Avustralya, Almanya, Ürdün ve İspanya gibi farklı ülkelerde tekrarlanmış ve %61-65 arasında maksimum doz yanıtı elde edilmiştir. Deney sonrasında katılımcılar genel olarak itaat ederken yoğun emosyonel stres yaşadıklarını, buna karşın deneyin kendi gerçeklikleriyle yüzleşmelerine yardımcı olduğu için katılmaktan memnun olduklarını belirtmişlerdir.

Deney sıradan insanların kendi vicdani değerleri ile çelişse bile otoriteye itaat etmeye ne kadar meyilli olduklarını göstermesi açısından sosyal psikoloji alanında çığır açmıştır. Deneyin çeşitli varyasyonları da otoriteye itaat konusunda açılım sağlamıştır. Örneğin deney Yale Üniversitesi değil, bağımsız bir kuruluş tarafından düzenleniyormuş gibi gösterildiğinde itaat oranı %47’ye düşmektedir. Deneğe ek olarak öğretmen rolünde diğer çalışmacıların bulunduğu ve itaat etmeyi reddettikleri varyasyonda deneklerin itaat oranları %10’a düşmüştür. Deneğin öğrenci rolündeki katılımcının elini tutması sağlandığında itaat oranları %30’a düşmüştür. Gözlemci odada bulunmayıp talimatları telefonla verdiğinde itaat oranları %30’a düşmüştür. Bu varyasyonlardan sırasıyla emrin otoritesi tartışılmaz bir kurum tarafından geldiğinde itaatin arttığı; emre uymayanların varlığında, talimat verenin ortamda bulunmadığında ve kurbanla temas sağlandığında itaatin azaldığı sonucuna varılabilir. Dolayısıyla sırasıyla; devletin otorite figürü olarak politik mesajlar vermesinin; ülkeimizin kollektivist kültürel yapısından ve daha da önemlisi 12 Eylül sonrası devam ede gelen politik baskılar nedeniyle boyun eğmeyen örneklerin görünememesi ya da ağır biçimde cezalandırıldıklarının görünmesinin, gazetelerin defalarca aynı iktidar yanlısı manşetle çıkmasının; devletin takipçi ve fişlemeci tavrının sosyal paylaşım platformlarında bile varlığını hissettirmesinin direnişi geciktirmiş olabileceğini varsayabiliriz.

Milgram itaati “aracılık durumu” (agentic state) kavramı ile açıklar. İtaat halinde değilken birey otonom durumdadır ve eylemlerinden mesuldür. Aracılık durumunda ise mesuliyeti itaat ettiği otorite figürüne devretmişlerdir. Deneyden sonra katılımcılar deneyde yaptıklarının yanlış olduğunu bildiklerini ama bunun çalışmacının sorumluluğunda olduğunu düşündüklerini bildirmişlerdi ki Nuremberg yargılamalrında pek çok Nazi subayının yaptığı savunma da neredeyse aynıdır. Sıradan insanların %97‘sinin içinde birer Nazi subayı potansiyeli mi bulunmaktadır? Yürek yakan bir soru, değil mi?

Başka deneylerle de gösterilmiştir ki ucunda sorumluluk olsun ya da olmasın insanlarda otoriteye itaat etme eğilimi bulunmaktadır. Örneğin Bickman’ın 1974 tarihli bir saha deneyinde insanların görevleriyle ilişkisiz bir konuda bekçi üniformalı çalışmacıya daha fazla itaat ettikleri, Bushman 1984 tarihli çalışmasında benzer paradigmada gençlerin daha az itaat ettikeri, Hofling’in 1966 tarihli çalışmasında ise hemşirelerin tanımadıkları bir doktor tarafından telefonla gelen talimat sonrasında bir ilacın maksimum dozunun iki katını uygulamayı kabul ettikleri gösterilmiştir.

Otorite olmadığında

Metnin şimdiye kadarki kısmında otoritenin olumsuz etkileri açıkça görünüyor. Peki otorite olmadığında? Durakalma etkisi (bystander effect tanımını müsadenizle bu şekilde çevireceğim) otorite olmadığında insanların yine çok olumlayamayacağımız bir şekle bürünmesini tanımlıyor; tepkisizlik. İnsanların içinde bulunduğu grubun büyüklüğü ile grubun acilen yardıma ihtiyacı olan kişiye yardım davranışı arasında ters bir orantı var! Kavram ilk olarak 1964 yılında New York’ta işlenen bir cinayet sonrasında ortaya atılmıştır. Kitty Genovese adında bir kadının çok sayıda komşusunun gözü önünde bıçaklanmış, yüksek sesle bıçaklandığını söyleyerek yardım istemiş, bir kişinin evinin penceresinden kadını rahat bırakmasını söylemesi üzerine saldırgan kaçmış, 10 dakika sonra olay yerine geri dönmüş ve yerde yatmakta olan kadını defalarca daha bıçaklamış ve tecavüz etmiştir. Saldırı yaklaşık yarım saat kadar sürmüş, saldırının sonlanmasından birkaç dakika sonra bir görgü tanığı polisi aramış, Genovese ambulansla hastaneye nakledilirken ölmüştür. Sadece Times dergisinin ulaştığı 38 kişi olaya tanık olduklarını doğrulamışlardır.

Bakakalma etkisinin Milgram Deneyi ile benzer etyolojik etkenlere sahip oldukları düşünülmektedir. Milgram Deneyi’nde bahsi geçen aracılık durumu sorumluluğun otoriteye devredilmesi anlamındayken, bakakalma etkisinde sorumluluğun grubun tamamındaki bireylere difüzyonundan bahsedilir: Yaralı bir kişiyi sadece üç kişi farketmişse herkes 1/3 sorumluluğa, yüz kişi farketmişse 1/100 sorumluluğa sahiptir, ki bu durum zaman zaman bireylerin yardım davranışına geçmeleri için yeterli olamamaktadır. Sonuçta itaate koşullanmış ollan insan grup halindeyken komut veren olmadığında yalnız başına olduğundan daha duyarsız olabilir.

Norm oluşması ve gruba uyum

Bazen bir otorite figürü olması gerekmez, grup ve normları da birey üzerinde baskı nedeni olabilir.

Bir grubun neden normları vardır? Sosyolojinin işlevselci ekolü her sosyolojik ögenin grup için bir işlevi olduğu için varlığını sürdürdüğünü, işlevsizleştiği anda unutulup gideceğini öne sürer. Bu açıdan normlar grubun amaçlarına ulaşmasını kolaylaştırıyor olabilir. Bir başka açıklama da gruptaki bireyler üzerinde işlevsel bir etiket görevi görerek grup içi ile dışı arasındaki farkların saptanmasına, yani bir grup kimliği oluşturarak grup bağlılığının artmasına yardımcı olabileceğidir. Bu açıdan normun grup hedefleri için başka bir işlevi bulunmayabilir. Öyle ya da böyle insanların grup oluşturduklarında norm oluşturmaya yönelik neredeyse içsel (innate) bir yönelimi olduğundan bahsedebiliriz.

Muzaffer Şerif’in otokinetik etki deneyinde üç katılımcının karanlık bir odada duvarda bir noktaya ışık yansıtılır. Katılımcıların ışığa bir süre bakmaları istenir. Işık sabit olduğu halde otokinetik ilüzyon ile yerinden oynadığı hissine kapılan katılımcılara ne kadar kımıldadığı sorulur ve yanıt sözel olarak alınır. Deney tekrarlandıkça yanıtların giderek birbirlerine yaklaştıkları saptanmıştır. Grup illüzyonik bir algı konusunda bile norm oluşturma eğilimdedir!

Asch’ın uyum deneylerindeki sonuçlar daha da vahimdi. Bir katılımcı (Milgram Deneyi’nde olduğu gibi) ve sahte deneklerden oluşan bir gruba basit bir soru sorulmaktaydı: Kendilerine gösterilen çubuğun boyunun 3 çubuktan hangisiyle aynı olduğu. Soruyu önce sahte denekler ardından katılımcı yanıtlıyordu.

 Image

Asch deneyindeki görsel soru. Doğru yanıt B şıkkı.

Toplam 18 denemenin ilk iki turunda sahte denekler soruyu doğru yanıtlıyorlar, sonrasında yanlış yanıtlamaya başlıyorlardı. Kontrol grubu ise tamamen gerçek katılımcılardan oluşmuştu. Sonuçta gerçek katılımcıların olduğu grupta hata oranı %1‘den az olmuştu. Deney grubunda ise yanıtların 1/3ü yanlıştı. Deney grubundaki katılımcıların %75’i en az 1 soruya yanlış yanıt vermişti. Deney sonrası yapılan görüşmelerde neredeyse her zaman gruba uyarak yanlış yanıt veren katılımcıların bir grubunun “algı distorsiyonuna” uğradıkları, yani yanıtlarının gerçekten de doğru olduğunu düşündükleri saptandı. “Muhakeme distorsiyonu” olan diğer grup ise kendi algısında bir yanlışlık olduğu düşüncesine kapılarak gruba uydukları, “eylem distorsiyonu” olan diğer grubun ise yanıtın yanlış olduğunu bildikleri halde dışlanmak ya da ayıplanmaktan çekindikleri için gruba uydukları belirlendi.

Asch deneyinin varyasyonlarında grup büyüklüğü arttıkça gruba uyum (yanlış yanıt) oranı artmaktadır. Durakalma etkisindeki tepkisizliğin de grup büyüklüğü ile orantılı biçimde artması bu açıdan da okunabilir mi? Yanlış yapma kaygısı. Yine varyasyonlardan çıkan bir başka sonuç doğru yanıt veren bir başka katılımcı (sahte denek) varlığında uyum (yanlış yanıt sayısı) düşmekte fakat bu katılımcı deneyden çıkarıldıktan itibaren dramatik biçimde tekrar artmaktadır. Yine sahte deneklerin sözel, katılımcıların ise yazılı yanıt verdikleri paradigmada uyum (yanlış yanıt oranı) anlamlı ölçüde düşmektedir.

Sonuç

1- Görüldüğü gibi insanda itaat ve uyum çalışmalarını irdeleme amacıyla çıktığımız yolda bolca da şiddet davranışına ilişkin deneylere değinmek zorunda kaldık. Bu durumu hem şiddete uğrayanın hem de uygulayanın uyum süreçlerinin bulunması ile açıklayabiliriz.

2- Bu metinden otorite veya grup normlarının gereksiz olduğu sonucu çıkarılabilir mi? Durakalma etkisini göz önüne alacaksak, hayır. Elbette itaat etmeye koşullanmış bireylerin komut gelmediğinde inisiyatif alabilme yeteneklerinin atrofiye olabileceği de bir olasılıktır. Yine sosyolojinin işlevselci ekolünü hatırlarsak, bu kavramların gruptaki işlevleri nedeniyle varlıklarını sürdürüyor olmaları gerekir. Bu işlevler grubu senkronize ederek ortak hedefe yönlendirme ve grup kimliği oluşumu ile bağlılığın arttırılması olabilir.

Farklı bir alandan, evrimsel psikolojiden bakacak olursak sosyal baskınlık zaten insan dışı primatlarda olduğu gibi türümüzde de mevcut bir fenomen ve elbette biyolojik temelleri de bulunmakta. Bu durumda itaat insanın doğasında bulunmaktadır, dolayısıyla doğaldır, dolayısıyla olumlanmalıdır diyebilir miyiz? Elbette, hayır. Evrimden ahlak felsefesi üretemeyiz. Evrimsel mirasımızda özgecilik, dayanışma, empati, aşk olduğu kadar kandırma, aldatma, cinayet ve tecavüz de var. Ahlak felsefesini evrim üzerinden kurgulamak sosyal Darwinci, oradan da öjenistik ve faşizan savrulmalara neden olacaktır.

Son olarak evrimsel psikolojiden türetilip sosyolojiye eklemlenmek üzere olan bir kavram daha var: “Mem”. Mem İngilizce gene ve mimesis (gen ve taklit) sözcüklerinden türetilmiş. Kültürel öğeler yani memlerin taklit yoluyla replike olan ve kendini çoğaltmak üzere bir evrimsel paradigmaya sahip oldukları öne sürülmekte. Suzan Blackmore’un Mem Bencildir isimli kitabında ise (tıpkı Richard Dawkins’in Gen Bencildir kitabında genler için öne sürdüğü gibi) memler sadece kendilerini çoğaltmak üzere bir evrimsel paradigmaya sahiptir, onu taşıyan birey ya da grup kendilerini çoğaltabildiği sürece memlerin sağkalımı için değişkendir. Dolayısıyla norm, grup, ve liderlik kavramlarını mem olarak ele aldığımızda bu kültürel öğelerin grubun selameti için bir önemi olup olmadığı kolayca kavranamaz.

3- Milgram Deneyi’nde itaat etmeyen denek antisosyal midir, kahraman mı? Nereden baktığımıza bağlı olarak değişir, değil mi? Mesela zorunlu tedavi koşullarının şimdilerde kabul edilemez olduğu 30-40 yıl öncesini düşünelim. Bu koşullarda bir hasta isyan çıkarsa sosyopat tanısı gündeme gelmez miydi? Peki, bundan 30 sene sonra bu soru şimdi bizim uygulamalarımız için sorulmayacak mı? Genovese cinayeti sırasında komşulardan birisi daha dürtüsel davransaydı kadıncağız kurtulabilir miydi? Bu kurgusal dürtüsel komşu başka durumlarda da dürtüsel davransa antisosyal tanısı alır mıydı? Bir bağlamda dürtüsel dediğimiz kişi başka bir bağlamda “kahraman”, yine bir bağlamda uyumlu dediğimiz başka bir kişi de başka bağlamda “kokmaz-bulaşmaz” olarak değerlendirilebilir.

Image

Gezi direnişinde ilk barikatı kuran kişi dürtüsel midir? Bence öyledir. O vakit dürtüsellik tek başına olumsuzlayabileceğimiz bir özellik olmamalıdır. Bağlamla beraber değerlendirmeliyiz. Peki, o bağlamı değerlendirirken otokinetik etki veya Asch deneylerinde olduğu gibi sosyal normlarla algı ya da muhakememizin distorsiyona uğramadığından nasıl emin olabiliriz? Gezi Direnişi bu açıdan bana büyük deneyim olmuştur.

Bu bağlamda grubun tekdüzeleşmesinin ne kadar tehlikeli olduğunu da bir kere daha anlamış bulunuyorum. Şizofreni ya da bağımlılığı önlemek amacıyla yapılması gündemde olan popülasyon genetiği müdahalelerinin iyi niyetli gözükse bile bu çeşitliliğe zarar vererek distopik bir toplum yaratacağından endişe ediyorum.

4- Asch Deneyi grubun geri kalanından farklı düşünüldüğünde -konu bir çubuğun uzunluğu gibi çok basit olsa bile- insanların çoğunun görüşlerini açıklamaktan çekindiğini göstermekte. Bu süreç içerisinde gazeteler defalarca aynı manşetle çıkarıldıktan sonra gerçekten “Milli İrade”den bahsetmek mümkün değildir.

Image

ImageImage

Son not: Asch görselinde doğru yanıt B değil ama tereddüt ettiniz, öyle değil mi?

* Bir bahar akşamı rastladım size
Sevinçli bir telaş içindeydiniz
Derinden bakınca gözlerinize
Neden başınızı öne eğdiniz?

İçimde uyanan eski bir arzu
Dedi ki: yıllardır aradığım bu!
Şimdi soruyorum büküp boynumu:
Ahhhh!!!
Daha önceleri neredeydiniz?

Ve arkadaşım @esintu ‘nun önerisiyle Gezi için yazılmamış en iyi Gezi şarkılarından birisiyle kapatalım

Kaynaklar:

Bickman, L. (1974). The Social Power of a Uniform1 Journal of Applied Social Psychology, 4 (1), 47-61

Hofling CK et al. (1966) “An Experimental Study of Nurse-Physician Relationships”. Journal of Nervous and Mental Disease 143:171-180.

Bushman, B. J. (1984). Perceived Symbols of Authority and Their Influence on Compliance1. Journal of Applied Social Psychology, 14(6), 501-508.

http://www.apa.org/research/action/prison.aspx

http://en.wikipedia.org/wiki/Murder_of_Kitty_Genovese

B. Weiner, & M. J. Lerner (Eds.), Comprehensive Handbook of Psychology: Vol. 5. Personality and Social Psychology (2nd Ed.). New York: John Wiley & Sons.

Bir Cevap Yazın