İnsan Hikayesini Kimyasal Tepkimelere İndirgemek

inexpressible-humanistic-psychology-EB96-0586-8F8F

Psikiyatri ihtisasına yeni başlamıştım. Servisteki ilk haftamda diğer asistanlar tarafından uyarıldım: “Hoca önlük giymeni ister, en azından vizitlere önlükle gir.” Önlük giymeye prensip olarak karşıydım ve girmeyecektim. Gayet olası bir çatışmayla ilgili zihinsel hazırlık kapsamında argümanlarımı hazırladım.

Bir hekimin ihtisasa başlamasının bu ilginç hikayesi(nin ilk kısmı) bile psikiyatrinin ne menem garip bir alan olduğuna işaret. Şef niye önlük giyilsin ister ve bir asistan neden buna direnir?

Psikoterapilerin bir aşamasında çözümleme aile öyküsüne doğru uzanmaya başlar, ebeveynler ve onların ebeveynleri… Biz de psikiyatrinin aile öyküsüne doğru bir flash-back yapalım.

Yıl 1973. Psikiyatri karşıtı bir psikolog olan David Rosenhan 8 gönüllü ile bir deney yürütmeye karar verir. Gönüllüler deney kapsamında çeşitli hastanelere başvurarak şikayet olarak sadece bir sözcük duyduklarını ifade ederler. Psikolog olanların mesleklerini gizlemeleri haricinde görüşmenin geri kalanında tamamen doğal davranırlar ve doğru yanıtlar verirler. Sonucunda hepsi hastaneye yatırılır. Ortalama 19 gün süren yatış sonrasında hepsi Remisyonda (İyileşmiş) Şizofreni tanısı ile taburcu edilirler. Rosenhan sonuçları yayınladığında ortalık karışır. Dönemin Amerikan Psikiyatri Derneği Başkan Spitzer’ın savunması kısmen akla yatkındır: “Bir hasta acil servise başvurmadan yarım saat önce kan içse ve acil serviste bunu kussa, kan içtiğini de bildirmese bu hasta mide kanaması vakası olarak ele alınacaktır.”

Spitzer’in savunması üzerine Rosenhan ikinci raunda davet eder. O zaman yeni sahte-hastalar gönderecektir ve bu sefer psikiyatri camiasının haberi olduğuna göre bakalım ne kadarını saptayabileceklerdir… Kısa sürede 200’e yakın hasta bildirimi gelir, psikiyatri bu sefer hazırlıklıdır. Rosenhan açıklar: “Hiç hasta göndermedim!”

Rosenhan mutlak ve tartışmasız biçimde galiptir. Psikiyatri hasta olmayan kişileri hasta olarak ele alabilmekte ve gerçekten hasta olanların da hasta olmadıklarını iddia edebilmektedir. Tarihin bu noktası psikiyatri için ciddi bir kırılma noktası olacaktır. Benim yorumumu bazıları abartılı bulsa da, bu noktada bir refleks gösterilemeseymiş psikiyatrinin şu anda (akupunktur gibi) genel kabul görememiş bir branş olabileceğini düşünüyorum.

Reflekse gelirsek… Psikiyatri paradigması bu döneme kadar psikanaliz etkisindeydi. Bu paradigma psikopatolojinin insanın çevre ile etkileşimi sonucu dönemsel olarak ortaya çıkan bir fenomen olduğunu öne sürer. Bunun en belirgin göstergesi de tanılandırma sistemlerindeydi. O zamana kadar tanılar “Psikotik Reaksiyon” örneğinde olduğu gibi bir tepkiye atıfta bulunuyordu. İnsanı hasta eden çevreyle olan etkileşimiydi. Çevrenin etkisinin nesnelleştirlemesi pek de kolay olmadığı için bu tanı sistemi daha öznel bir zeminde bulunuyordu. Bu durumda da tanı hekimden hekime değişebiliyordu.

Spitzer ipleri eline aldı ve tanı sistemi değişti. Tanıların daha nesnel zeminlerinin olabilmesi için kriterler sıkılaştırıldı ve belirli semptom kümeleri aranmaya başlandı. Artık Şizofreni tanısı için sadece ses duymak yetmiyordu mesela. Psikotik Reaksiyon da oldu Psikotik Bozukluk. Çevrenin etkisi arka plana atıldı ve bireyin beyninin içinde ne olduğu ve bunun dışavurumları başrole geçti.

Bu manevra ile psikiyatri pozitif bilimlere eklemlenebilme ve meşruiyet kazanma fırsatı yakaladı. Manevranın en önemli olumsuzluğu ise karşısındaki bireyi bir takım kimyasal tepkimelere indirgeme zaafı bulunan psikiyatrist kuşakları yetişmesi oldu;

-“Amacım yok”

-“Serotoninin eksilmiştir”

-“İsyan edesim geliyor”

-“Dopamin fazla geliyor bünyeye”…

Sonuçta psikiyatri çok yaygın ve kabul görmüş bir pratik haline geldi. Özellikle de kültürel destek müesseselerinin bir bir yıkılması, bilge yaşlı arketipinin google sonrası cahil ihtiyara evrimi ile kent insanının gitgide artan talebine mazhar oldu. Buna karşın insanı kimyasal tepkimelere indirgeme zaafının etkileri nedeniyle bir şeyler eksik kaldı. Hem de çok önemli bir şeyler. İnsan hikayesi eksik kaldı. Bu hissedilmemesi mümkün olmayan bir eksik olduğundan, arz yeni talepler yarattı ve hilkat garibesi yeni alanlar türedi. Yaşam koçluğu gibi. Baş ağrısı ve yorgunluk gibi gayet psikosomatik olabilen yakınmalara “Sende göz var” diyerek hikaye katan ve “Lanet olsun haset edenlere” diye ekleyerek de iyileştirme arzusunu arz eden ninenin iyi gelen tarafının çarpıtılmış halidir yaşam koçluğu. Sadece bu nedenle bile yaşam koçluğuna karşı çıkmakla ninelik müessesesine karşı çıkmak arasında pek az fark var benim için. Hele de ninelik devalüe olmuşken yaşam koçluğuna daha da gereksinim vardır. İyileştirici olduğundan değil elbette, yine de bazen geçiştirici girişimler de zaman kazandırıcı olabiliyor.

İşte bu saçma açmaz içerisinde kendimce önlük giymek insanı kimyasala indirgemek ve giymemek de insan hikayesini anlamakla özdeşleştiği için ve tercihimi insan hikayesinden yana kullanmaya karar verdiğimden dolayı yepyeni bir asistan olarak şefimle çatışmayı göze alıp önlük giymemeye karar vermiştim.

Önlük hikayesinin sonu ne mi oldu? Bir ay kadar sonra vizit çıkışı koridorda yürürken klinik şefim gruptan biraz uzaklaşmamı fırsat bildi, yanıma yaklaştı, hafifçe bana doğru eğilip kimsenin duymayacağı şekilde kısık bir tonla “İlkercim, bir önlük ayarlayabilecek misin?” diye sordu. Rencide olmamam için gösterilen böyle naif bir tutum karşısında hazırlandığım tüm savunma çökmüştü. Bir şekilde beni kimyasal tepkimeden ibaret görmemişti şefim.

4 comments

  1. Çok hoş bir yazı. Teşekkürler. Başlık “İnsan Hikayesini Kimyasal Tepkimelere İndirgemek” bana tek bir fiil değil fakat iki farklı eylem içeriyormuş gibi geliyor. ilki; insanı, hikayesinden bağımsız olarak Kimyasal tepkilerle okumak/tanımak gayreti, ikincisi ise bu gayretin hakikati yada bilgiyi eksiltmesi daha net ifadeniz ile indirgemesi. Bu eylemleri cümle içinde bile girift hale getiren bizlerin maalesef hiçbir zaman tam olarak kemale ulaşamayacak olan kimya bilgimiz değil mi?