Özgecan’ın Ardından- Erkeklik

Betty_Ross_Hulk-1024x435

Özgecan’ın vahşice kaybı sarsıcı bir gerçekliği artık gözardı edemememize neden oldu: Cinsel şiddet. Bunu konuşmamız gerek çünkü bir kısım sıradan insandan gelen “kesin kuyruk sallamıştır” tepkileri ile daha kurumsal düzeyde tartışılan pembe otobüs önerisi aslında aynı temele dayanıyor ve bu yüzden son derece tehlikeli: “Erkek tahrik olur ve tahrik olduğunda kendisini denetlemesi mümkün olmayabilir.”

Evet, geçerli olmayan ve tehlikeli bir önerme bu çünkü pembe otobüs sadece bir taşıttan ibaret olmayacak. Erkek cinsel dürtülerinin denetlenmesinin mümkün olmadığının toplumsal düzeyde adının konması demek olacak. Aslında söylenmesi gerekenin tam tersi yani. Örneğin ilkokula giden çocuğunuz kitaplarınızı yırtıyorsa çözüm olarak kitapları erişemeyeceği yere saklarsanız çocuğa “erişebildiğini yırtabilirsin” mesajı vermiş olursunuz. Pembe otobüs de tacizi bu yolla meşrulaştırcaktır. “Erkek olduğun için elinden gelen bir şey yok, dolayısıyla kadınları senden saklıyoruz.”  Dolayısıyla artık pembe otobüs olmayan hayatın diğer bütün alanlarında taciz meşrudur.

Peki erkeklik böyle bir şey mi gerçekten? Biyolojik bir belirlenimden bahsediyorsak gelişmiş ülkelerde pembe otobüs yokken taciz neden bize göre daha az? Batı’da erkek erkek değil mi? Yoksa buralarda erkekliğin kuruluşu ile ilgili bir gariplik mi var? Evet, bu uzun girişten sonra yazının konusunu açıklayabildim sanırım. Nedir bu erkek(lik)?

Hikayeyi iyice geriden başlatacağım. Nasıl erkek olunurdan önce nasıl insan olunur kısmına bir bakmak icap ediyor. Fetus bir takım duyumları olan fakat henüz “öteki” ile karşılaşmadığı için benlik kavramı olmayan, sınırları bulunmayan bir canlılık hali. Bütün gereksinimleri neredeyse henüz oluşmadan karşılanıyorken son derece çaresiz bir vaziyette doğuverir. Diğer hayvanların aksine yürümeye başlaması aylar alacaktır. Bütünüyle bakıma muhtaçtır. Üstelik artık vücut ısısını ayarlaması gereken, sıradan gün ışığının bile travmatik olduğu için gözlerini kısmasını gerektiren bir ortamdadır. Sonradan yaşamın sıradan bir parçası olacak olan fakat henüz tanışık olmadığı ve nahoş gelen pek çok duyum yaşar. Karnı acıkır mesela fakat bütünlüklü bir beden imgesi bile olmadığından poposunun idrardan yanması da açlık da karmaşık ve sembolleştirilemeyen nahoş duyumlar olarak tecrübe edilir. O yüzden yeni doğmuş bir bebek acıkınca mızıldanmaz ve aniden etinden et koparılmışcasına ciyak ciyak ağlamaya başlar. Evet, cennetten kovulmuştur bir kere ve geri dönüşü yoktur.

Bu kaos içinde bir süre sonra bazı imgelerin bu nahoş duyumları geçirdiğini fark edecektir. Bu imgeler bir bakış, ses tonu ya da koku olabilir. Evet, bu imgeler de bütünlüklü değildir zamanla bütünleştiğinde bu imgeler bir kadına dönüşecektir: Anne. (Aslında bakım veren kimse odur, fakat metnin akıcılığı açısından bundan sonra anne olarak bahsetmeye devam edeceğim) Fakat çocuğun gelişiminin her aşaması aslında bu cennet duygusundan uzaklaşmasına neden olacaktır. Desteksiz oturabilmesi, yürüyebilmesi, kaşık tutabilmesi vs. annesinin artık kendi hayatıyla da ilgilenebilmesi demektir. Fiziksel olarak gereksinimi kalmasa da çocuk bu duyguyu yitirmek istemez. Annesi kendinden başka hiçbir şeyi görmesin ister. Fakat bu arzusu da hayatın gerçekleri ile örtüşmemektedir. Annesinin bir yaşamı vardır, ayrıca annesi artık bazen “ayıp” diye bir kavramdan bahsetmektedir ki, hiç anlamadığı şekilde annesi ile arasına bir mesafe koymaktadır.  Artık ikisi asla bütünleşik bir yaşam formu olamayacaktır. Eksiktir. Yarımdır. (Zaten Mecnun’un Leyla’ya erişme çabasında da bu olanaksızlık resmedilmektedir.) Bu hal yas tutmayı gerektirecektir.

Çocuk toparlanır. Ne yaparsa annesi kendisine bakacaktır? Sehpayı ittirir. Annesi “Aslan oğlum” der, “Nasıl da kuvvetlenmişsin!” Ne demek olduğunu anlamasa da bakışını yakalamıştır. Bundan sonra iter-kakar… Ya da… Sehpayı ittirir. Annesi “Haylazlık etme” der. Ne dediğini anlamasa da bakışı yakalamıştır, böyle yaparsa bir daha bakılmayacaktır. Sehpayı ittirmez, oturur. Annesi “Hanım kızım” der. İşte bu bakış iyi gelmiştir. Bundan sonra oturur ve bekler. Zaten sonrasında tam telkine yatkın olduğu uyku öncesinde kendisine okunan masallarda da Rapunzel bir kulede, Uyuyan Güzel yatakta, Kül Kedisi evinde, Pamuk Prenses de kurdun midesinde bekleyecektir. Beklemek iyidir. Söz dinlememek kötü.

Evet, çocuk eksiktir fakat erkek çocukta kıymetli bir şey vardır: Pipi. Acaba bu eksikliği ikame edebilecek midir? “Aa, babam amcalara pipimi göstermemi istiyor. Kardeşim külotsuz gezince kızılıyor ama ben gururla kıymetlimi sergileyebiliyorum… Demek ki eksik değilim…” Elbette bu pipi sonrasında erkeklik olarak sembolleşecektir (ki bu sembolik olana fallus denmektedir). Erkektir, küfür ağzına yakışır… Canım delikanlı çocuk illa ki kızlarla gezecek… Gece eve dönsün de geç kalsa da o kadar önemli değil… Böylece erkek aslında derinlerde insanlaştıran o eksikliğini sezinlese de etraftan gelen geri bildirimlerle aslında eksik olmadığına kendini -ya da en azından etrafını- ikna etmeye çalışır. Hayatının geri kalanı bu “tamlık” yanılgısını korumaya çalışmakla geçecektir. En iyi arabayı alınca artık tam olacaktır fakat lanet olsun ki hep en iyi arabadan bile iyisi vardır. Güçlüdür, kükredi mi dağları inletir. Hüzün, utanma ve korku gibi duygular bünyesinde asla barınamaz çünkü ancak eksiklik ile mümkün olur. Kendisine yakışan duygular gurur ve öfkedir. Salonda külhanbeyi, sokakta yeniçeri, yatak odasında Siffredi’dir. Hiç çıkmadan 5 postadır sürekli. Artık yenge bıkmıştır…

Bu tabloyu bozacak en ufak ayrıntı kendisinin tam olmadığının kanıtı olacaktır. Ne demek hüzünlenme? Karı gibi ağlayacak mıdır yani? Eksik olmamasının dayanağı erkekliği ise eksik olması da erkek olmaması demek değil midir? O zaman hüzünlenecek gibi olursa bunu öfkeye çevirip ortalığı yıkması en hayırlısıdır. Tamdır. Erkektir. Errrkektir!!!

Elbette kadın da kocasının cinsel ihtiyacını karşılamakla mükelleftir. Kocalar seks hayvanlarıdır çünkü. Her daim hazır kıtadırlar. Bu ihtiyaçları karşılanmazsa kocaların başka kadınlara gitmesi olağandır.

Eksiğiz. Öyle de devam edecek. Bu eksiklik gerçekliğinden kaçınınca tamlıklarını kanıtlamak adına sürekli penislerini burnumuza sokmaya çalışan erkeklerden oluşan bir toplum haline geliyoruz. Eksik oldukları her an ortaya çıkabilecek, o yüzden erkekliklerini kesintisiz biçimde göstermeye mecbur hisseden, görünüşte psikopat ama özünde histerik erkekler… Dışarıda esip gürleyen, yakıp yıkan ama annesinin dizinde uyuyan, annesinin ayağının altını öpen, annesinin mezarına giren erkekler… Erkek(lik)’teki -lik bu işte.

Evet, pembe otobüs bu erkek(lik) mitosunu doğrulama vazifesini görecektir. Erkekler seks bombasıdırlar. Öfkelenmiş Dr. Bruce Banner’in Yeşil Dev Hulk’a dönmesi gibi erkekler de kadın görünce tahrik olup tacizciye dönüşmeden edemezler. Erkeğin fıtratında taciz etmek, kadının fıtratında tacize uğramak vardır…

Erkek cinsel saldırganlığına kadın tepkilerine baktığımızda birbirine tam zıt iki kutubun farkında olmadan aynı amaca hizmet ettiğini görürüz. Birincisi patriarkaya toz kondurmamaya kararlı kadınlar. “Eee, o saatte dışarıda olursan böyle olur güzelim…” Bu tepeden akıl vermede elbette “o saatte” dışarıda olamamanın haseti ve evde olmanın ödülünü hissedebilirsiniz. Bu kadınlar eksiklikle enteresan biçimde ilişki kurmaktadırlar: Kendilerine sahip olan erkekliğin fallusuyla özdeşerek. Kendisinin çelimsizliğinin farkına varan çocuk “Benim babam senin babanı döver” diyerek babasının fallusu üzerinden tatmin yaşar. Kendi fallusu olmadığını bilen kadın da kocasınınki üzerinden: “Ayy, bizim bey pek sinirli…” Beyin siniri şikayet konusu olmakla birlikte gizli bir gurur da sinmiştir bu cümleye. “Bizim bey tam bir erkek” demektedir aslında ama böyle söylemek hanımlığa yakışmaz elbette.

Diğer kutupta misandri bulunur. Bunlar erkeği kolay tahrik olan, budala, aklı uçkurunda bireyler olarak stereotiplendiren söylemlerdir. İşin garip tarafı stereotipleme aslında tam da erkekliğin duymak istediği sözlerdir. Kadın: “Hayvansın, duygusuzsun” Erkek: “Bir daha söyle”

Konu uzun, takip eden yazılar da olacak. Yaşamasına izin verilseydi belkide Özgecan’ın da üzerinde çalışacağı konulardı bunlar. Dolayısıyla bir nevi vasiyetiymiş gibi hissediyorum. Şimdilik erkek ve kadın arasında keskin ve mutlak farklılıkların bulunduğu söylemi tam da erkekliğin kurulduğu zemindir ve dolayısıyla cinsel şiddete karşı tepkiyi erkeğin mutlak kötücüllüğü üzerinden şekillendirmek oldukça kötü bir tercihtir diyerek ilk yazıyı sonlandırmış olalım

4 comments

  1. pamuk prenses camdan tabutta. kurdun midesinde olan kırmızı başlıklı kız. ayrıca yazınız çok güzel tamamını henüz okuyamadım. bunu görünce böyle bir yazı ufak bir hatadan eleştiri almamalı diye düşündüm.

  2. Özgecan yaşasaydı bunları bir daha görmek isteyeceğini hiç sanmıyorum.