Bağlanma ve Sıcaklık

Antonioni’nin Kızıl Çöl (Il Deserto Rosso) filminin hatırlattıkları üzerine yazacağım. Film elbette pek çok konuyu hatırlattı ama size bahsedeceğim konu “üşüme”. Filmin konusunu özetlemek çok da mümkün olmamakla birlikte deneyeyim: Monica Vitti’nin canlandırdığı Giuliana evli ve bir çocuk annesi bir kadındır. Geçirdiği bir trafik kazasından etkilenince bir psikiyatri kliniğine yatırılmıştır. Burada doktoru kendisine sevmeyi öğrenmesi gerektiği salık vermiştir. Giuliana tam da buna -sevmeyi öğrenmeye- gayret ettiği bir yaşamın içerisinde kendi dengesini kurmaya çalışmaktadır. Eşinin iş arkadaşı Corrado ile aralarında bir ilişki başlar ama sürdürülemez. Film Giuliana’nın artık kendisini koruyabilecek kadar büyüdüğünü ima eden bir dialog ile -ve gerilimin oldukça düştüğü bir sekansta- kapanır.

red-desert-by-michelangelo-antonioni-1964-monica-vitti-s-giuliana1

Öncelikle film pek çok eksenden okunabilir. Endüstri-doğa dikotomisi üzerinden sembolize olan; inşa eden, fetheden, keşfeden, işgal eden ve güçlenen erkeklik ile kapsayan, etkileşen, büyüten ve yaşatan kadınlığın bir arada nasıl var olamadığı bu eksenlerden biri olabilir. Yine de ben “üşüme” meselesi üzerinden sembolize edilen konuya sadık kalacağım. Giuliana film boyunca üşümektedir. Filmin başlarında endişe ile üşüyerek yatağından kalkar. Koltuk altına termometresini yerleştirir. Üşüdüğü için şalına bürünür. Endişesini fark eden kocası Ugo ateşinin 37 derece ve normal olduğunu söyler. Bu Giuliana’nın endişesini yatıştırmaya yetmez. Sekansın devamında kafasını Ugo’ya gömer gibi hareketler yaptığını görürüz. Üşüyen Giuliana sarılınmayı becerememiştir. Film boyunca farklı sahnelerde üşüdüğünü görürüz. Üşüdüğünü gören kocası, eldivenlerini teklif eder ama kabul etmez. Şalına yüzü gözü görünmeyecek şekilde bürünür, vesaire.

Il deserto rosso

Giuliana film boyunca iki sorunun peşindedir: “Ben kimim?” ve “Kimi sevebilir/kimin tarafından sevilebilirim?”. Belki de bu tek bir sorudur zaten. İlişki yaşadığı Corrado ise yerleşemeyen bir karakterdir. Yeni bir yere yerleşeceği zaman yanına bir şey almaz, iki bavul yeterli olur. Guiliana ise kültablasını bile almak isteyeceğini söyleyerek ona sorar: “Peki dönünce orada olacaklarını nasıl biliyorsun?” Corrado’nun yanıtı şöyledir: “Belki de geri dönmeyeceğim.”

Lafı fazla uzatmayayım: Bağlanma Kuramı açısından Guiliana dezorganize, Corrado ise kaçıngan bağlanma biçemine sahip gibi görünmekte. Bağlanma konusunu daha önceki yazılarda da ele almıştım, aşina olanlar çizgi ile ayırdığım kısmı atlayarak yazıya devam edebilirler.


 

baglanma-john-bowlby

Bu çalışmanın başladığı 1956 yılında neye giriştiğimi anlamış değildim.” John Bowlby Bağlanma üçlemesinin ilk kitabını bu cümleyle açar. Anne ile bebek arasındaki ilişki elbette son derece çaresiz biçimde dünyaya gelen (cennetten kovulan) bebeğin fizyolojik ihtiyaçlarının karşılanması üzerinden şekillenir. Fakat Bowlby 2. Dünya Savaşı sonrasında annesiz kalan bebeklerin bakıldığı bakımevlerindeki gözlemlerden yola çıkarak konunun bundan ibaret olmadığını anlamıştır. Fizyolojik ihtiyaçlarının muntazam biçimde karşılanması halinde bile bağlanma nesnesi olmadığında (yani bebeğe farklı hemşirelerin duygusal etkileşim göstermeden bakım vermeleri durumunda) bebek sağlıklı ruhsal ve bedensel gelişim gösteremiyordu. Bowlby bu gözlemlerden şu sonuca vardı: Bebeğin anneye olan ruhsal ihtiyacı ilk bakışta fizyolojik ihtiyaçlara ikincil gibi görünse de durum öyle değildi. Bu bağlanma ihtiyacı evrimsel süreç içerisinde fizyolojik ihtiyaçlardan bağımsızlaşmıştı.

Bebeğin annesiyle (ya da bakım vereni her kim ise onunla) yaşamının ilk birkaç yılı içerisinde kurduğu ilişki sadece ilk yakın ilişki olmakla kalmaz, hayatının geri kalanı boyunca kuracağı yakın ilişkilerde ne hissedeceğinin prototipini oluşturur. Elbette bu bakım sürecinin zeminini fizyolojik ihtiyaçlar oluşturur. Bowlby bebeği adeta iki modu olan bir canlı olarak tanımlamıştır. İhtiyaçları olduğunda Bağlanma Sistemi etkindir. Ağlar, anneye uzanır, becerebiliyorsa emekler, kucak ister… İhtiyaçları karşılandığında ise Bağlanma Sistemi kapanır, Keşfetme Sistemi açılır. Sağı solu kurcalar, bulduğu şeyleri ağzına sokar, becerebiliyorsa nesneleri yukarıdan aşağı atar ya da bulunduğu yerde fırlatır ve sonuçlarını keyif ya da şaşkınlıkla izler. Bu ilginç eğlence kültürünü sürdürebilmesi için annesini Güvenli Üs (secure base) olarak kullanabiliyor olması şarttır, yoksa hep bağlanma sistemi etkin olarak kalacaktır. Şimdi bu sistemin bakım alma deneyiminden erişkinlik yaşamına nasıl uzandığına kısaca bakalım:

Bebeğin ihtiyacı olduğunda bağlanma sistemi etkinleşir (ağlar, kucak ister…). Bağlanma sisteminin etkinleşmesi ile bebeğin ihtiyaçları karşılanıyorsa tekrar keşfetme sistemi etkinleşecektir. Bebeğin deneyimi genel olarak bu şekilde gerçekleştiğinde Güvenli Bağlanma olarak isimlendirilen model oluşur. Deneyime açık, hata yapmaktan korkmayan, düşmeyeceğine kesin olarak ikna olduğu için değil; düşse bile kalkabileceğine güvendiği için bir işe kalkışabilen bir insan. Bu insan ayrıca yardım alma, yakınlarına güvenme, yakınlarının yakınlığına alışma konularında da kendini oldukça rahat hissedecektir. Sevdiklerinin yakınlığından keyif alan, sevdiklerinden uzakta olmaktan hoşlanmasa bile buna tahammül edebilen bir insan…

Bebeğin ihtiyacı olduğunda bağlanma sistemi etkinleşir (ağlar, kucak ister…). Bağlanma sisteminin etkinleşmesi ile psikolojik ya da fizyolojik ihtiyacı giderilemiyorsa bağlanma sistemi daha da etkinleşir. Bağlanma sistemi ancak aşırı derecede ve uzun sürelerde etkinleştiğinde ihtiyaçlar giderilebiliyorsa o zaman bağlanma sistemi her ihtiyaçta aşırı derecede etkinleşecektir. Bu durum Kaygılı Bağlanma denen modeli oluşturur. Kaygılı bağlanan bu bebek her durumda annesinin dizinin dibinden ayrılmak istemez, yani annesini güvenli üs olarak kullanarak keşfedici davranışlarda bulunmaz, dolayısıyla bağlanma sistemi hep etkin olduğunda keşfetme sistemi etkinleşemiyordur. Büyüdüğünde de yakınları ve sevgilisi ile de ilişkisi bu şekilde olabilir. Teselli edilmesi çok güç olduğu için yeni deneyimlerden fena halde korkan, hatta sadece kaybına ya da hayal kırıklığına tahammül edemeyeceği için, ihtiyaç duysa bile yeni insanlarla yakınlaşmaktan kaçınan bir insan… Bu çocukların annelerinden ayrılıp tekrar kavuştuklarında çifte değerlikli (ambivalent) tutumları gözlenmiştir. Hem ağlayarak anneye sarılma, aynı anda da annesine vurma ya da onun saçını çekme gibi. Bu yüzden bu bağlanma aslında Anxious/Ambivalent olarak tanımlanmıştır. Erişkinlikteki yakın ilişkiler de buna benzer, şiddetle ihtiyaç duyulan o sevgiliye aynı zamanda şiddetle öfke de duyulur. Yalnızlık tahammül edilebilir bir durum asla değildir. Her şey yolundayken bile o mutluluk bozulacak diye korkulur. Herkesin sağlığı yerindeyken bile yaşlılar yaşlandığı, küçükler de küçük oldukları için sağlıklarından endişelenilir.

Gelelim işlerin daha da dramatikleştiği senaryoya. İhtiyaç oluştu, bağlanma sistemi de etkinleşti ama ihtiyaç karşılanmıyor. Doğal olarak bağlanma sistemi daha da şiddetlenecek ve daha da uzun süre etkin kalacak ama ihtiyaç yine de karşılanmıyor… Bu deneyimler tekrarlandığında bebeğimiz bu durumda bağlanma sistemini artık sönümlendirecek, ve tekrar ihtiyaç olduğunda bile etkinleştirmeyecektir. Bu çocuklar donuk bir izlenim verebilirler. Bu onların iyi terbiye almalarıyla değil, hem bağlanma hem de keşfetme sistemini etkinleştirememeleri ile ilgilidir. Bu çocuk büyüdüğünde de bağlanma ihtiyacını inkar edecektir. İnkar etmenin en kolay yolu bağlanılacak olanları (insanlar) ve bağlanma biçimlerini (aşk, aile, çocuk yetiştirme, vatan sevgisi, memleket nostaljisi…) değersizleştirmek olabilir. Kutsal bir amaç nedeniyle insanlara zaman kalmıyor olabilir. O proje bu ay tamamlanmalı, okunamamış o yüzlerce kitap okunamayacak olsa bile en azından indirilmeli, 4. yabancı dil ve eskrim bir arada geliştirilmeli olduğundan dolayı o zaman bir türlü yaratılamaz. Ya da insanlar zaten zaman ayrılmaya değmeyecek kadar değersizdirler zaten. Bir ihtiyaç varsa bile isimleri birbirlerine karıştırılan sevgililerle, ne zaman başlayıp ne zaman bittiği tam olarak anlaşılamayan garip ilişkiler içerisinde kimliksizleştirilmiş biçimde karşılanır. “Çok kadın hiç kadındır” dizesi yaşanılarak teyit edilir hep.  Romantik ilişkilerde ıssız adamdırlarKaçıngan Bağlanma olarak adlandırılan bu biçim sadece kişilere değil, simgesel varlıklara da bağlanmaktan kaçınır. Örneğin tanrı imgesine de bağlanamadığından agnostik olma olasılıkları daha yüksektir. Ateist olma olasılıları diğerleriyle aynı iken agnostik olma olasılıklarının çok daha yüksek oluşu adeta “konu ile ilgilenmiyorum bile” tutumu olarak okunabilir. Sonuçta “Bu dünyada babana bile güvenmeyeceksin” cümlesi ağır gelse de “Anneye bile güvenmeyeceksin” dedirtecek bir deneyim daha dramatik etkilere sahip olabilir.

Dezorganize Bağlanma daha sonra fark edilmiştir. Çocuğun bağlanma ilişkisi yapılanamaz, anlamsız garip tepkiler biçiminde vücut bulur. İstismara uğrayan çocuklar sıklıkla bu türde bağlanırlar.


Tekrar filme dönelim. Corrado tipik bir kaçıngandır. Yalnızdır, bağlandığı ne bir ülküsü ne de bir ülkesi vardır. Giuliana ona solcu mu sağcı mı olduğunu sorduğunda uzun bir yanıt verse de soru yanıtlanmamış olur. Bir ideale de bağlanamamıştır. Gemi üzerinde o ülke senin bu ülke benim seyahat eder. Giuliana nasıl bu kadar seyahat ettiğini anlayamaz. “Ben olsam kültablasını bile götürmek isterim, dönünce orada olacaklarını nasıl bilebiliyorsun ki?” diye sorar. Corrado “Belki de geri dönmem” diyerek yanıtlar. Corrado’nun evli bir kadından hoşlanması tesadüf olmayabilir. Bağlanası olmayan kaçınganlar, belirli nedenlerden ötürü olanaksız olan ilişkilere doğru çekilmeye meyilli olabilirler.

Film boyunca Guiliana sürekli üşür, bir türlü ısınamaz. Sıcaklık ile bağlanma sistemi arasında gözden kaçan bir bağ var gibi. Öncelikle farklı dillerde “sıcak kanlı” ya da “soğuk nevale” gibi sıcaklık üzerinden birisine ne kadar “kanının kaynadığını” anlatmanın yolları bulunmakta. İnsanlar kültürden bağımsız biçimde sıcaklık ile yakınlık isteğini ifade ediyorlar gibi. Gerçekten de birisine dair ilk izlenimi oluştururken elinizde sıcak bir bardak çay tutuyorken o kişiye “ısınma”, soğuk bir buzlu çay tutuyorken de o kişiden “soğuma” olasılığınızın daha fazla olduğu gösterilmiş. (Bir fincan kahve belki de bu yüzden kırk yıl hatırla sonuçlanıyordur?) Bağlanma sisteminin beyinde “endojen opioidler” -yani beynin içinde üretilen eroin benzeri maddeler- üzerinden etki ettiğini biliyoruz. Tam da bu yüzden aşk “kafası” tarif edilmesi zor ve kavuşulamayan aşk da ciddi bir yoksunluk yaratıyor zaten. Bazı bilim bu sıcaklık-cana yakın bulma arasındaki ilişkinin bir opioid antagonisti (beynin kendi ürettiği eroin benzeri maddelerin etkisini kaldıran) olan Naltrexone varlığında nasıl olacağını merak etmişler. Naltrexone uygulaması ile (plasebonun aksine) kişiler sıcak bir şey tuttuklarında yeni tanıştıklarını cana yakın bulmamışlar.

Aslında cana yakınlığı tarif etmek için “sıcaklık” metaforunun seçilmesi tesadüf değil yani. Bir dostun sarılması, bir büyüğün sırtınızı sıvazlaması, bir sevişme hep sıcaktır. Fakat belki de hepsinin öncülü bebeğin emerken annesinin memesine değen yanağının sıcaktan pembeleşmesidir. Ya da kovulduğumuz o cennetin, ana rahminin dış dünyada bir daha yakalanamayan ideal sıcaklığı… Kafka Babaya Mektup’ta evliliğe dair şöyle yazmıştı: “Maksat güneşe yerleşmek değildir aslında, güneşin zaman zaman ısıttığı, ışığını saçtığı küçük bir köşede yaşayabilmektir amaç.”

battaniye

O yüzden gurbet karlı bir kayın ormanı, erişilemeyen memleket ise o ormanda içinde “amca gir içeri” diye kendisini karşılayacak olan bir ailenin yaşadığı “sarı sıcak pencereli” bir evdir.

Guiliana dezorganize bağlanmıştır çünkü bağlanma nesnesini inşa etmeye çalışmaktadır. Güvenli bir bağlanma deneyimi olmadığından “ben kimim” sorusunun da yanıtı yoktur (simgesel ifadesiyle dükkanda ne satacağını bilmiyor, dükkanı ne renge boyayacağına karar veremiyordur). Çünkü bağlanma deneyimi sadece ihtiyaçları karşılanması değil, ihtiyaçlarının ne olduğunun tercümesini de barındırır. Bu aynalanma süreci kişinin tutarlı bir kendilik temsili oluşturması için de elzemdir (Meraklılar Internal Working Models – İçsel Çalışan Modeller başlığına bakabilir). Guiliana “Kim beni ısıtılabilir?”, “Beni kimin ısıtmasını isterim?” ya da “Beni ısıtmayı kim ister” sorularının etrafında dönmektedir adeta. Çocuğu ile film boyunca neredeyse hiç ilgilenmez. Çocuk ateşli hastalık geçirirken aşırı endişe ile çocuğu ile ilgilenir ama çocuk felci olmadığını anladığında adeta hayal kırıklığı yaşayarak şöyle der “Artık bana ihtiyacı yok”, ardından da çocuğuna ilgisini tekrar yitirir. Filmin finalinde ise gerilim ve arayışı bitmiş gibidir. Çocuğu ile anne gibi konuşmakta ve elinden tutmaktadır. Sanki aradığı sıcaklığı çocuğunda bulabilecektir.

Şimdi başıma gelecekleri öngördüğüm için elzem iki not ile yazıyı sonlandırıyorum:

1- Üşüyorsanız öncelikle bir doktora gidin bence. Kansız olma ihtimaliniz bu yazıda kapsadığım konulara göre daha fazla.

2- Buradan -hatta başka yerlerden de- okuduklarınıza göre çocuğunuzu yetiştirmeye kalkmayın. Kendiniz değişmediğiniz sürece ebeveynliğiniz de pek değişmeyecektir. Dolayısıyla ebeveynlik önerileri saman alevi gibi, daha da kafa karıştırıcı unsurlar olarak çalışacaktır.

Evet, sevgili tramvay yolcuları. Bir yazının daha sonuna geldik. Son sözü Zeki Müren’e bırakalım.

 

8 comments

  1. Hocam yine aklınıza, elinize sağlık. Bilginizi, okuması bu kadar keyifli yazılarla paylaştığınız için teşekkürler… Fakat son linkte sanat güneşi değil de R2d2 söylemiş sanırım şarkıyı. Bilginize 🙂

  2. Sıcaklık ve bağlanma üzerine yazıda bahsettiğiniz yönlü hiç düşünmemiştim. Güzel ve anlamlı bir yaklaşım olmuş. Ayrıca bağlanma konusunu özetlediğiniz bilgilerdeki verdiğiniz örnekler hayatın içinden ve bana yakın geldi.
    Teşekkürler ve iyi çalışmalar 🙂

  3. >(aşk, aile, çocuk yetiştirme, vatan sevgisi, memleket nostaljisi…) değersizleştirmek
    >O proje bu ay tamamlanmalı, okunamamış o yüzlerce kitap okunamayacak olsa bile en azından indirilmeli
    >Örneğin tanrı imgesine de bağlanamadığından agnostik olma olasılıkları daha yüksektir.
    >Olanaksız olan ilişkilere doğru çekilmeye meyilli olabilirler.

    Bu dedikleriniz tamamen tutuyor. Her şey doğru, arkadaşlarımla ilişkim iyi olduğu zamanlarda kendimi onlardan uzaklaştırıyorum. Teşekkür ederim. Kendim hakkında bir şeyler fark etmemi sağlıyorsunuz.

    • Bir de sorum olacak. Bu “değersizleştirme” olayına ahlakı da ekleyebilir sanırım? Tabuları yıkmak ve kendi ahlakını yaratmak bana çekici geliyor. Nihilizmin psikolojisini de bu oluşturuyor olabilir mi?
      Böyle konuşunca biraz beylik laflar söylüyormuş gibi hissediyorum. Eğer öyle ise bilgisizliğimden oluyordur özür dilerim.

      • Estagfurullah. “Nihilizm bu psikolojik yapı kaynaklıdır” demek indirgemeci olabilir ama “Bu psikolojik yapı nihilizme meyleder” diyebilirmişiz gibi görünüyor bana da.

Kıvanç için bir cevap yazınCevabı iptal et