Eşcinsellikle İlgili Sık Sorulan Sorular*

Görsel G-zone dergi sayfasından alındı. http://gzone.com.tr/escinsellikle-ilgili-merak-ettikleriniz/

Eşcinsellik bir hastalık mıdır?

Tıbbi olarak eşcinsellik bir hastalık değildir. Amerikan Psikiyatri Birliği 1973 yılında yenilediği psikiyatrik hastalıklar listesinden (DSM II) eşcinselliği çıkarmıştır.

Eşcinselliğin biyolojik nedenleri varsa hastalık olması gerekmez mi?

Hayır. Günümüzde artık gayet iyi biliyoruz ki insana ilişkin pek çok tutumun biyolojik nedenleri vardır. Örneğin a ürününü değil b ürününü satın alıyor olmanızın biyolojik nedenleri vardır ve bu konu nöropazarlama başlığı altında incelenmektedir. Benzer şekilde a partisi yerine b partisine oy veriyor olmanın da bazı biyolojik nedenleri vardır ve bu konu da nöropolitika başlığı altında ele alınmaktadır. Hatta beyinde VMAT2 isimli bir genetik varyasyonun spritüel ve doğa üstü olaylara inanma, dolayısıyla dini inanç sahibi olmaya eğilim yaratabileceği gösterilmiş durumdadır. Dolayısıyla bu perspektiften bir partiye oy vermek, bir marka deterjanı tercih etmek ya da inanç sahibi olmayı hastalık olarak kadar kabul edilemeyeceği gibi eşcinselliği de hastalık kapsamına almak mümkün değildir.

VMAT2

Eşcinsel erkeklerin erkekliğinde bir eksiklik yok mu mesela? Eksiklikse hastalık olarak kabul edilmesi gerekmez mi?

Önce erkekliğin ne olduğu üzerine düşünmemiz gerekir sanırım. Eğer erkeklik karşı cinsleri ile cinsel ilişki yaşanılması gereken bir durumsa askerlik boyunca erkekler erkek değil sonucuna varabiliriz. Bu düşünce bir cinsel partneri olmayan bütün heteroseksüel erkeklerin erkekliklerinin askıda olması gibi garip bir sonuca götürecektir bizi.

Dolayısıyla burada erkeklik denirken toplumsal cinsiyet rolü isimli bir kavrama gönderme yapılıyor aslında. Bu kavram kabaca toplumun bir erkekten nasıl davranmasını beklediğini ifade ediyor.

Soruyu yeniden şekillendirelim: Eşcinseller erkekler hetereseksüel olanlara göre daha mı az erkeksiler?

Hayır. Daha kadınsı tavır gösteren (efemine) heteroseksüel erkekler olduğu gibi gayet erkeksi tavır gösteren eşcinsel erkekler vardır. Dolayısıyla sadece hal ve hareketlerine bakarak birinin eşcinsel olup olmadığı anlaşılamaz. Aslında kırsal yerleşimde bu durum gayet iyi tanımlanmıştır. Köylerde lakabı “kız” olan, efemine davranan pek çok erkek vardır ki eşcinsel oldukları düşünülmez ve pek çoğu da değildir zaten.

Eşcinsellik özenti midir?

Hayır. Eşcinsellerin özellikle ülkemizde çektiği çileler hepimizin malumu. Eşcinsel olduğu için bizzat babası tarafından öldürülen üniversite öğrencisi Ahmet Yıldız’ı hatırlayalım ya da eşcinsel olduğunu açıkladıktan sonra hakemlik yapmasına izin verilmeyen Halil İbrahim Dinçdağ’ı. Eşcinselleri eğitim, meslek, sosyal ve aile ilişkileri boyutlarıyla hayatlarında bir dizi zorluklar bekliyor. Eşcinseller dışlanıyor, hakir görülüyor, ötekileştiriliyor, şiddete maruz kalıyor ve hatta cinayete kurban gidiyorlar. Bu haliyle eşcinselliğin özenilecek bir yaşam biçimi olduğunu söylemek mümkün değil zaten.

Ayrıca eşcinsellikle ilgili önemli bir argüman tam da buraya denk geliyor: Tercih değil yönelim. Hem eşcinsellerin yaşam öykülerinden edinilen bilgiler hem de çağdaş araştırmalar sonucunda eşcinselliğin erişkin yaşta verilen bir karar değil bireylerin doğuştan itibaren taşıdıkları bir eğilim olduğu düşünülmekte. Kişinin yönelimi eşcinsel olsa da bunu bastırmayı ve heteroseksüel ilişkiler kurmayı tercih edebilir ama bu durum yönelimini yani tabiatını değiştirmeyecek ve kişi aslında tabiatına aykırı bir yaşam kurmuş olacaktır. Empati yapmak için heteroseksüel olanlar heteroseksüelliğin çok ayıplandığı bir toplumda yaşadıklarını ve toplumsal kabul için istemeseler de kendilerini eşcinsel ilişkiye zorladıklarını düşünebilirler.

Madem eşcinsellik hastalık ya da sapıklık değil, neden hep böyle ayıplanıyor?

Hep böyle ayıplanmıyor. İzlanda eski Başbakanı Johanna Sigurdardottir eşcinsel olduğunu beyan ederek politik hayatına devam etmişti, Lüksemburg’un mevcut başbakanı Xavier Bettel de öyle, Dünya Psikiyatri Birliği (WPA) mevcut başkanı Dinesh Bhugra hakeza.

O zaman eşcinsellik Batı’ya özgü ve bizim kültürümüzde mi ayıplanıyor?

Hayır. Öncelikle tarih boyunca ayıplanmış dememiz doğru olmaz. Murat Bardakçı Evliya Çelebi’den Osmanlı’da eşcinsel seks işçilerinin bir esnaf grubu olarak tanımlandığı ve resmi geçit törenlerine katıldıklarını nakletmektedir. Cevdet Paşa’nın ise Osmanlı’da Tanzimat sonrası eşcinselliğin azalmakta olduğuna ilişkin şikayetlendiğini yine Bardakçı’dan öğreniyoruz. Tanzimat, yani bir modernleşme hamlesi Osmanlı’da eşcinselliğin ayıplanır hale gelmesine neden olmuş gibi görünüyor. Osmanlı’da askerlerin cinsel ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla eşcinsel erkeklerden kurulmuş olan Civelek Taburu da bahsedilmeye değer başka bir fenomen.

osmanlı eşcinsellik

Kaldı ki eşcinsellik çeşitli zamanlarda Batı’da da yasaklanır olmuştur. Hitler eşcinselliği ahlaksızlık olarak tanımlamış ve Nazi rejimi pek çok eşcinselin yaşamının toplama kampında son bulmasına neden olmuştur. Çağımızda da eşcinselleri yüksek binalardan atarak infaz eden IŞİD eşcinsel karşıtlığında başı çekmekle birlikte ideolojik olarak çok farklı konumlanır görünümdeki Rusya’da da eşcinsellik karşıtı politikalar tavan yapmıştır.

Aslına bakarsanız eşcinselliğe baskı uygulayan yönetimlerin bir ortak noktası var: Boyunduruğu altındaki toplumun çeşitliliğine izin vermemek. Bu yönetimler prototip bir vatandaş tanımı yaparlar ve bu vatandaşın nasıl eğleneceği, nasıl çalışacağı ya da nasıl sevişeceği önceden belirlenmiştir. Bu yönetimler ancak vatandaşlarının özgür iradelerinin olamayacağı ve birbirlerinden de hiç farklarının bulunmadığı gibi bir yanılsama ile varlıklarını sürdürebilirler.

Bu nedenlerle ülkemizde eşcinselliğe yönelik politikalar ve bu politikalara verilen tepki sadece eşcinselleri değil ülke vatandaşlarının tamamının geleceğinde etkin olacaktır.

Son olarak sıkça sorulan sorular erkek eşcinselliği ile ilgili olsa da “kadın eşcinselliği de vardır” diye en azından hatırlatmış olmak isterim.

*Sözcü Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

5 comments

  1. “Çekicilik” konusunu anlatırken, kadın ve erkeğin; özellikle neslin devamı açısından; eş seçerken gençlik gibi bazı özellikleri dikkate aldıklarını konuşuyorduk. “Amaç neslin devamı ise, eşcinsellerin de birbirlerinde aradıkları genel özelliklerin olması gerekmez mi?” diye sormuştu bir öğrencim. Ben de hem konuyu eşcinseller açısından hiç incelemediğimi fark ettim hem de acaba neslin devamı/hayatta kalma-çekicilik görüşü bir anlamda tamamen geçersiz mi diye düşündüm. Eşcinsellerin birbirini çekici bulmalarında belirli kriterler söz konusu mu, ya da eşcinsellik bu açıdan da (gen aktarımı) tartışılmış mı?

      • Çok teşekkür ederim yanıtınız için. Sorumun bir bölümüne yanıt almış ve daha önce duymadığım bir konuda bilgilenmiş oldum. Merak ettiğim bir diğer husus, “eşcinsellerin partner seçiminde, partnerlerinde aradıkları genellenebilir bir takım özelliklerin olup olmadığı?”.
        Biz bunu örneğin, “erkek daha doğurgan olduğunu düşündüğü (daha fazla sayıda çocuk doğurabileceği) için genç kadını seçer.” ya da “kadın kendisi ve çocuklarının hayatta kalma şansı artsın diye güçlü (zengin) adamı seçer” üzerinden, yani gen aktarımı ve hayatta kalma ilkesi üzerinden anlatıyoruz. Peki iki erkek/kadın birbirinde ne arar? 🙂 2 erkeğin genleri bir çocuk oluşturmak üzere birleşemeyeceğine göre (taşıyıcı anne gerekli), eşcinsel çiftlerde, gen aktarım kaygısı üzerinden partner seçimi söz konusu değil, diyebilir miyiz. Tabii çekicilik (aşık olmak) yalnızca gen aktarımı üzerinden tartışılamaz. Ancak kadın-erkek ilişkisinde bir parça açıklayıcı olabileceği düşünülen bu yaklaşım, eşcinsel çiftlerde geçerliliğini tamamen yitiriyor mu? Yoksa bu bireyler için de gençlik, güç, güçlü çene yapısı, uzun bacak, orantılı yüz, dolgun dudak, çocuk bakımını üstlenme potansiyeli gibi çekicilikte önem taşıyan bir takım özelliklerden bahsetmek mümkün müdür? Bu konuya ilişkin araştırmalar var mıdır? Sizin gönderdiğiniz linkte eşcinsel genin ne şekilde günümüze kadar aktarıldığına dair teoriler açıklanmış.
        Benim esas öğrenmek istediğim, 2 kadının/2 erkeğin birbirine aşık olmasında rol oynayan temel kriterlerin (gen aktarımı ve hayatta kalmayı dikkate alan kriterler) olup olmadığı.

  2. İlker Bey merhabalar, öncelikle yazılarınız için teşekkür ederim, oldukça güzel ve faydalı içerikler üretiyorsunuz. Yazının başında geçen VMAT2 geni konusunu merak edip araştırdım, bilimsel olarak kanıtlanıp kanıtlanmadığı konusunda tam fikir sahibi olamadım. Carl Zimmer’in konu ile ilgili tek bir şeyin tanrı geni olamayacağı ve VMAT2 nin çok küçük bir tetikleyici olabileceği tarzında açıklamalarını gördüm (%1 kadar). Bu konuda henüz netlik de olmayabilir tabii ki. Böyle bir bilginiz varsa paylaşabilirseniz sevinirim. İyi çalışmalar^^

    • Merhaba. “…spiritüel ve doğa üstü olaylara inanma, dolayısıyla dini inanç sahibi olmaya eğilim yaratabileceği…” ifadesiyle mutlak belirlenimci bir doğayı değil, bir eğilimi ifade edebileceğimi umut etmiştim zaten.

Gül için bir cevap yazınCevabı iptal et