Kendi Küçük Yetmez Ama Evetim

Bu da bir özeleştiri yazısı. Kendi küçük yetmez ama evetimin özeleştirisi...

Twitter heyecan verici bir yer. Herhangi birisi herhangi bir konuda bir şey yazabiliyor. Twitter’ın bir sloganı olsa “bence öyle yani” yakışırdı. “Bence öyle yani” diyenler konuyu ilk defa duyan birisi de olabiliyor, konu üzerine doktora yapmış ve ders anlatan birisi de. Sonuç: J.K. Rowling’e Harry Potter öğreten de var, Papa’ya John 14:6 oku sonra tartışalım diyen de… Sonuçta “twitter bir hadsizlik yuvasıdır” diyene hak vermemek mümkün değil. Yine de Twitter’ı twitter yapan tam da hadsizliğe de olanak tanıyan nitelikleri. Bilgiye, ünvana, sınıfa ya da yaşa dayalı egemenliği ters yüz edebilen yapısı. O yüzden de “Twitter için her şeyi söylenebilir ama cansız denemez” de haklı bir önerme.

Elbette bu canlılığın önemli bileşenlerinden birisi de sürat. Twitter yeni gündem oluşmasına olanak sağlayan bir tasarıma sahip. Türkiye gündemi zaten bağlasanız durmaz vaziyetinde olduğu için twitter gündeme ilişkin neredeyse kaotik bir aksiyon alanı oluşturuyor. Yazının konusu da gönderdiğim tweetlerden biri ile ilgili. Tweet zinciri yapmaktansa konuyu buraya taşımayı tercih ettim bu kez. Tweetler “drag kid” fenomeniyle ilgiliydi. İçeriği aşağıya kopyalıyorum:

Görüntüdekinin kız ya da oğlan çocuğu olması çok fark yaratmıyor. Her koşulda bu çocuk seksüalize edilmiş yani cinsel obje haline getirilmiştir. Bu görüntü çocuğun cinsiyetinden bağımsız biçimde istismar tablosudur. Durum LGBT+ kavramından bağımsız biçimde değerlendirilmelidir.

Çocuk güzellik yarışmaları cinsel kimlik/yönelimle ilgili normatif bir zeminde gerçekleştiriliyor. Bu tip organizasyonlar da çocuğun seksüalize edilerek istismar edilmesine neden oluyorlar. Dolayısıyla bu ve benzeri durumlar LGBT+den bağımsız biçimde istismara denk düşmektedir.

Çocuk drag queen de yapılsa pageant queen de yapılsa istismardır.

Bu tweete pek çok yanıt geldi fakat dediğim gibi konuya (biraz sonra açıklayacağım nedenlerden ötürü burada devam edeceğim. Bundan sonraki kısmı laf-ı güzaf, yazıyı yazmama esas neden olan içerik yazının sonunda olacak, sıkıldıysanız doğrudan oraya da atlayabilirsiniz.

Laf-ı Güzaf Kısım:

Neden “oğlan ya da kız çocuğu”?

Biliyorsunuz Türkçemizde cinsiyet isimleri erkek ve kadın olarak kullanılıyor. Çocuk içinse sadece dişilerde bir istisna var, çocuk dişiyse cinsiyeti “kız” ama erkekse cinsiyeti yine “erkek” oluyor. Bu durumun toplumsal cinsiyet rollerinin sonucu ama bir yandan da nedeni olduğunu düşünüyorum. Yani erkek zaten doğuştan erkek, erişkini-çocuğu fark etmiyor. “Erkek adamın erkek çocuğu olur”daki tekrarlama erkeklik açısından gurur verici olabilir. Bu durum oğlanlarla kızların toplumsal imgeleri arasındaki asimetrinin hem sonucu hem de nedeni olabilir diye düşünüyorum. O yüzden, madem Türkçemizde “oğlan” adında bir çocuk cinsiyet ismi var, kullanmak iyi fikir olabilir diye düşünüyorum.

Çocuğun seksüalize edilmesi ne demek? Nerede başlar, nerede biter? Makyaj yaptı diye illa cinsel obje haline mi getirilmiş oluyor?

Tıbbiye tedrisatından geçmiş biri olarak, geçmişte bu sorulara işlevselci bir perspektiften yanıt vermeye meyilliydim: Östrojen vazodilatatör etkisiyle yüzde (özellikle yanak ve dudaklarda) pembeleşmeye yol açar. Östrojen etkisi, dişinin doğurganlığına işaret ettiği için bu tip görsel uyaranlar erkek tarafından çekici bulunmaktadır. Doğurgan dönemlerinde östrojen etkisiyle makakların ve diğer primatların da yüzlerinin daha kızardığı bilinmektedir. (Gerçi muhtemelen insanda gizil yumurtlamanın bir sonucu olarak erkeklerin kadınlardaki ovulatuar renk değişikliklerini saptayamadığına ilişkin bulgular da mevcuttur.) “Sonuç olarak makyaj, doğal doğurganlık sinyallerin taklit etmeye yarayan bir edim olduğundan, doğurganlık sinyalleri de cinsel cazibeyi arttırdığından, çocuğun makyaj yapması çocuğu cinsel obje haline getirir” diyebilirdim ama bu perspektif artık indirgemeci görünüyor gözüme.

Şimdi aynı başlığı yapısalcı bir perspektiften inceleyelim. Önce bir soru: Yan yana iki tuvaletten birini kadınlar tuvaleti, diğerini de erkekler tuvaleti yapan nedir? En makul yanıt “tabelalarıdır” sanırım. Birinin üzerinde kadın, diğerinin üzerinde erkek yazar. Farz edelim ki tabelalar karışmış. Bu durumda kadınlar yine o tabeladaki tuvalete gidecekler ve kadınlar tuvaletinde pisuvar olmasına şaşıracaklardı muhtemelen. Erkekler de olmamasına… Dolayısıyla gösteren anlamı belirler, gösterilen değil.

Tezgahtarı “satış temsilcisi”ne, daha da fenası zammı “fiyat düzenlemesi”ne çeviren re-branding tam da bu yüzden tehlikelidir. Gösteren anlamı belirler. Fahişe sözcüğünü mü yoksa seks işçisi tabirini mi kullanacağınız bu yüzden önemlidir. Gösterilen aynı kişi(ler) olmasına karşın, (diğer bütün koşullar sağlansa bile) “Fahişeler Sendikası” kurulması pek muhtemel değildir ya da bir devlet görevlisiyle “fahişeler” adına randevu alınabilmesi, röportaj verilebilmesi…

Makyaj bir bireyin erişkin ve kadın olduğuna ilişkin bir gösterendir. Makyaj tarzı da başkaca bir gösterendir. Kadın hoş görünmek için başka, çekici görünmek için başkaca makyaj tarzlarını kullanabilir. Sevgilisiyle gece eğlenmesine giderkenki makyajı çalışma hayatında kullandığı makyajıyla bir olmayabilir. Alttaki görsele bakan -herkes değilse de- pek çok kişi böyle makyaja neden gerek olduğunu düşünecektir sanırım. Bu hakikat hoşunuza gidebilir ya da gitmeyebilir ama hakikat hakikattir. Hakikat hoşunuza gitmese de sorumlusu bunu size hatırlatan kimse de değildir. Göstergeler sistemi kültür tarafından üretilir ve ancak kültürel bir devinim ile değişebilecektir. Ha, dersiniz ki ben bu tekere çomak sokarım, bu göstergeyi de bozarım. Gayret edebilirsiniz elbette, hatta başarabilirsiniz de. Yine de bunu başarana kadar durum böyle olacak. Zaten onur yürüyüşlerinin bir amacı da bu ve benzeri bilimum göstergeleri bozmak değil mi? Umarım bozulacaktır ve keşke bozulsa. Çünkü cinsiyeti kategorik olarak kodlayan kültürel gösterge sistemleri toplumsal cinsiyet rollerinin daha da ayrışmasına ve yoğunlaşmasına neden oluyor sanırım. Yani kadınların pantolon giyebildiği, bunun yadırganmadığı bir kültürde toplumsal cinsiyet rolleri daha az belirleyici olabiliyor. Pantolonun erkeğe ait olmak zorunda olmadığı gibi, makyajın da kadına ait olmak zorunda olmadığı bir kültür, cinsiyet rollerinin hafiflemesiyle herkese iyi gelebilir. Erkekler de dahil olmak üzere.

Özetle makyaj -mevcut koşullar altında- erişkin bir kadının daha çekici görünme arzusunu yansıtan bir gösteren. Kadın ne niyetle makyaj yaparsa yapsın, bu gösteren böyle çalışıyor. Ayrıca erkek ya da kadının daha çekici olmayı arzu etmesinin ve bunun için bir gayret göstermesinin eleştirilebilir bir şey olduğunu da düşünmüyorum.

Peki, bu çocuklara ne yapalım?

Öncelikle çocuk yetiştirme konusunda “uzman görüşleri” kural olarak en iyi seçenek olmayabilir. (Bu konuda örnek vaka olarak davranışçılığın kurucusu olan John B Watson incelenebilir.) Bu uyarıdan sonra kendi görüşlerimi paylaşayım.

Aslında en önemli önerim (yönelim, kimlik ne olursa olsun) her çocuk için doğduğu andan itibaren cinsiyet nötr bir ortam hazırlamak. Sonrasında da çocuğu takip etmek. Evet, konu erkekse mavi, kızsa pembe ile başlıyor doğar doğmaz. Sonrasında oğlanlara ve kızlara ayrı hediyeler (araba veya bebek) beğenmekle devam ediyor. Farkında olarak ya da olmayarak çocuğun nasıl aynalandığı belki de en önemli unsur. Küfür eden bir oğlana keh keh gülmek, kız yaparsa kızmak ya da en hafifinden göz temasını kesmek bu cinsiyete duyarlı aynalamalar örnek olabilir. Çocuğun küfür etmesinin sizin için bir sakıncası yoksa, oğlan olmuş ya da kız, sırıtın doya doya. Varsa da aksi… Oğlanlar güç ve kararlılık, kızlar ise sevgi ve uysallık gösterdikçe aynalamak da cinsiyet rollerini pekiştirecektir. Oysa gerçekten kuzu gibi oğlanlar ve tam bir çetin ceviz olan kızlar da var, bırakın kendi mizaçlarına uygun şekilde büyüsünler. Çocuğun önünden gitmeyip, çocuğu izlerseniz kaybolmazsınız. Mutlak biçimde cinsiyet nötr yaklaştığınız bir kız çocuğunun seçenekler arasından bebeklerle oynamayı tercih etmesi gayet olasıdır. Aksi de bir sorun değildir zaten.

Cinsel yönelim ve cinsel kimlik meseleleri elbette çetrefilli konular. Yönelim konusunda en önemli unsur çocuğun erişkin cinselliğine yabancı oluşu sanırım. Sonradan heteroseksüel olduğundan hiç tereddütü olmayan bir adamın çocukluğunu ele alalım. Bu adam çocukken en fazla ne gibi bir cinsel eylemde bulunabilir ki? Ha, okul öncesi cinsel oyunlarda (iki arasında gerçekleşiyorsa böyle tanımlayabiliriz) zaten yönelim çok da mevzubahis olmayacaktır. Hemcinsler arasında da sıkça görülür. Cinsel kimlik konusunda da benzer bir yaklaşım geçerli. Cinsel kimliği biyolojik kimliğiyle örtüşen bir kız çocuğunu düşünelim. Bu çocuğun “kadın” gibi davranması ne kadar mümkün? Biyolojik cinsiyeti erkek olan trans bir çocuğun da kadın gibi görünmesi ve davranması o kadar mümkün olabilir en fazla. Benim önerim böyle bir tereddüt varsa (emin olmak gerçekten çok güçtür) çocuğun içinde bulunduğu bağlamı muhakkak göz önünde bulundurarak karar almak olacaktır. Refah düzeyi yüksek, eğitimli, açık fikirli bir ülkede/şehirde/semtte yaşayan ve bu niteliklerde bir okula giden bir çocuk ile, taşrada ve muhafazakar bir ortamda yaşayan çocuğu korumanın farklı stratejiler gerektireceği aşikar. Cinsiyet nötr yaklaşım burada da iş görebilir. “Kız giysisi” kavramı empoze edilmeyen bir çocuk, giyimini ve genel anlamda görünüşünü belirli ölçülerde modifiye edebilir. Hem rahat edeceği hem de damgalanmayacağı mutlak bir çözüm olamasa da dikotomik düşünmeyince sorunlar daha çözülebilir görülecektir. Ne yazık ki homofobi-transfobi en azından bir süre daha sorun olmaya devam edecek. Yine de toplum tarafından neyle karşılaşırsa karşılaşsın, ailesi çocuğu koşulsuzca sevip, önünden gitmeyince çocuğa iyi gelmek mümkün olabilir.

İhsan Hala

Yazının Amacı:

Özetle yazdığım tweetlerin geçerliliğine dair halen bir tereddütüm yok. Fakat bu yazıyı yazmamın nedeni ne kadar haklı olduğumu bir kere de burada duyurmak değil. Bilakis, tweetlerin içeriği geçerli olsa da bu tweetlere gerek olup olmadığını tekrar düşünmek zorunda hissettim. Ya da bu tweetlerin hangi amaca hizmet edebileceğini…

Öncelikli soru şu olmalı: Türkiye’de drag kid tehlikesi var mı? Soru formuna getirince iyice absürdleşti sanırım. Elbette böyle bir tehlikeyle karşı karşıya değiliz. Daha onur yürüyüşü bile yapılamazken, LGBTI+ düşmanlığı nefret suçlarına neden olmaktayken, dolayısıyla erişkinler için zaten yeterince zorlu ve dışlayıcı bir süreç varken toplum böyle bir tehlikeyle karşı karşıya değil. Esas tehlike LGBTI+ye yönelik saldırılar. Hele de LGBTI+ propaganda aygıtlarınca programlı biçimde şeytanlaştırılıyorken, bu tehlike daha da fazla.

Bu minvalde ben yukarıdaki tweetlerle (görüşüm, niyetim ya da söylemim hiç bu yönde olmada da) bu şeytanlaştırma propagandasında kullanılmaya elverişli bir söylem üretmiş olabilirim. Hele de alıntıladığım tweet muhafazakar twitter hesapları tarafından LGBTI+ karşıtı bir hashtag ile gönderilmişken. Dolayısıyla bizzat eleştirdiğim bir konuda hataya düşmüşüm sanırım. Bakın zamanında Noam Chomsky’den nasıl alıntılamışım:

Aydının hakikat üzerinde ısrar etmekle ilgili sorumluluğu olduğu gibi olayları tarihsel perspektifinden görme görevi de bulunmaktadır… Aydınlar hükümetlerin yalanlarını ortaya dökmekle, eylemleri onların sebepleri, motivasyonları ve gizli niyetleri üzerinden analiz etmekle yükümlüdürler… Uzmanlık kültü -onu oluşturanlara yarayacak biçimde- kendine hizmet eder ve sahtekarlıktır. Sosyal bilimler ve davranış bilimlerinden öğrenilebilinecek her şeyin öğrenilmesi gerektiği aşikardır; bu alanların olabildiğince ciddi biçimde izlenilmesi gerektiği de aşikardır… Siyaseti eleştiriden muaf tutabilecek, uzman olmayan sıradan insanın kavrayamayacağı hiçbir teorik yapı ya da bilgi bütünü yoktur. Dünya meselelerine “uzmanlık bilgisi” açısından bakılması ne kadar uygunsa, onun kalitesini ve hizmet ettiği hedefleri sorgulamak kesinlikle uygundur, hatta namuslu bir kişi için elzemdir. Bu gerçekler üzerinde daha geniş tartışmayı gerektirmeyecek kadar aşikardır.

Özetle gerek YAE gerekse diğer konularda eleştirdiğim bir tutum gerçekleştirmişim. Evet, YAE de içerik olarak eleştirmesi güç bir talep (daha demokratik bir anayasa) barındırıyordu, fakat bu talebin dönemin koşullarında YAE söylemi ve tutumu halinde biçimlenmesi daha da otokratik bir yönetimin yolunu açtı. Aydın meseleleri bağlam içinde değerlendirmeliydi, uzman gibi malumatfuruşluk yapmamalıydı. YAE konusunda benim “kırgınlığımı” gideren samimi bir özeleştiri olmuştur. Bu da bir özeleştiri yazısı. Kendi küçük yetmez ama evetimin özeleştirisi…

Bir Cevap Yazın