Tarihsel Travmalarımız ve Ebeveynlik

taksim4

Hayatımdaki ilk televizyon canlı yayın deneyimi bir haber kanalının karne konusundaki kısa söyleşisi ile olmuştu. Canlı yayında da söyledim, bu söyleşiler her zaman yapılır, çocukları üzmeyin, cezalandırmayın, sorunun nerede olduğunu anlamaya çalışın vs gibi önerilerde bulunulur, aslında bir kere çekilip her sene aynı söyleşi verilse yeridir yani. Artık “Biz neden karne ile bu kadar ilgiliyiz?” sorusunu sormanın vakti gelmedi mi? Sınavsız bir eğitim sistemi de mümkünken üstelik.

Etrafımda sürekli çocuklarından ayrışamayan ebeveynlerin çocuklarını nasıl sakatladığını gözlemliyorum. Ebeveyninin ısrarı ile beslenen ve ebeveyni ısrar etmese açlıktan ölecek olan tek canlı türü Homo sapiens sanırım. Parklarda çocuk kaydıraktan kayarken elindeki mamayı yedirmeye çalışan anneler var. Çocuk yetiştirme büyük bir endişe kaynağı olmuş durumda. Bu endişeli ve ayrışamamış ebeveynlik tarzı ileride öfkesini denetleyemeyen erişkin erkekler ve gelin-kaynana çatışmaları olarak tekrar karşımıza çıkıyor. Çocuklarımızın karneleri, beslenmeleri ve bilimum başka şeyleri ile ilgili neden bu kadar endişeliyiz? Neden ayrışamıyoruz?

Önce tali ve şimdiki konumuzla ilgili olmayan yanıtlar: Anneler ayrışamıyorlar çünkü bu coğrafyanın kültüründe bir kadının aile içi hiyerarşisinde zurnanın son deliği pozisyonundan kurtulmasının tek yolu yetiştirdiği erkek evladın erişkinleşmesi ve iktidara geçmesi ile mümkün oluyor. Muhteşem Yüzyıl dizisinin bu kadar tutmasının bir nedeni de bu sanırım. Bir kadının eşi ve sonra da oğulları üzerinden saray hiyerarşisinde yükselme çabası farklı bir ölçekte olsa da neredeyse her evin içinde mevcut bir dinamik aslında. Bu durumda anneleri tarafından sınır çizilemeyen erkek çocukları ve çocuktan ayrışamama, sorumluluk alma yeteneği güdük kalmış erişkin erkekler olarak meyve veriyor. Trafikte öfkelenen, silah meraklısı, arabasından başka derdi olmayan genç adamlar da bu tablonun ürünü işte. Markette istediği alınsın diye bar bar bağıran, tepinen, ağlayan, annesini yumruklayan küçük oğlan çocukları görmüşsünüzdür. İşte bu oğlanlar hiç sınır konulmadan büyüyünce öfkesini yönetme yeteneği hiç gelişemiyor ve o aynı kentte yaşamak istemediğiniz bencil adam modeli oluşuyor. Bu genç adamlar aslında ruhsal olarak küçük erkek çocukları. Bu yüzden ne kadar erkek olduklarını ıspatlamak için de öfke dilini, silahı, cinsiyetçi stereotipleri sahiplenebiliyorlar.

Gelelim asıl konumuza. Neden çocuk yetiştirme ile ilgili kaygılıyız? Çünkü çocuklarımızın geleceği ile ilgili kaygılıyız. Karnesi iyi olsun ki kendini kurtarsın, ev bırakayım ki geleceği garanti olsun… Çocuklarımızın geleceği ile ilgili kaygılıyız çünkü ülkemizin tarihinde kaygılanmak için yeterince neden var.

Bir iki kıssa ile devam edeyim. Başka bir psikiyatrist dostum nöbete giderken aç kalmakla ilgili yoğun kaygıları nedeniyle asla tüketemeyeceği kadar bol miktarda yiyecek götürmekte olduğunu farkettiğini anlatmıştı. Sonra konuyla ilgili düşününce çocukluğundan beri annesinin aç kalması ile ilgili endişelerini hatırlamıştı. Daha da geriye gidince dedesinin yüzlerce kilometrelik bir göç sonucu ülkeye yerleştiğini ve küçük yaşta babasını kaybettiğini hatırlamıştı. Dedesininin sağlığında da benzer biçimde açlık temalı konuşmaları olmuştu. Bu travmanın etkisi kendisi farkında olmasa bile kuşaklar boyunca devam ederek kendisinde de zuhur etmişti.

Başka bir genç meslektaşımla uğradığı mobbing süreci ile ilgili konuşmuştuk. Bu genç psikiyatri asistanı bir uzmanı tarafından depresyonda olduğu ve antidepresan kullanması gerektiği ile ilgili baskıya maruz kalmıştı. Kendisi depresyonda olmadığını, kendisinin her zaman böyle olduğunu, antidepresan kullanma ısrarını da artık baskı olarak algıladığını ve çok rahatsız olduğunu söylüyordu. Yine de bu mobbing konusunu sadece bana dillendirmişti ve bu durumla ilgili hiç harekete geçmemişti. Bu arkadaşımla sonraki dönemlerde sohbete devam ettiğimizde bana ninesinin Fransız olduğunu söylemişti. Bu oldukça dikkatimi çekti çünkü arkadaşım Urfalıydı. Kendisine ninesinin işgalci Fransız güçleri ile gelen bir hemşire olduğu, bu sırada dedesinin kendisini görüp beğendiği, bir şekilde evlenmeye ikna ettiği, ardından ninesinin Müslüman olduğu ve evlendikleri anlatılmıştı. Pek aklıma yatmamıştı doğrusu. İşgalci bir gücün garnizonuna bir köylü girecek ve dilini bilmediği bir hemşireyi evlenmeye ikna edecek… Bu arkadaşımın ninesinin Ermeni olduğunu, tehcirden kurtulmak için müslümanlaşıp evlendiğini, sonradan müslümanlaşması ile ilgili de böyle bir hikaye üretilmiş olduğunu düşünmek için yeterince sebebimiz var sanırım. Kendi kimliğinden kendi torununa bile bahsedemeyen bir nine ve depresif olduğu iddiasıyla mobbinge varan baskı görerek mağduriyeti yeni mağduriyetler nedeni olan bir torun…

6-7 Eylül olaylarını da dedemden dinlemiştim. O yaşında halen olayın dehşetinin etkisini aşamamış gibiydi. Ardından olayların tanıklarından bir Rum’a ilişkin bir metne rastladım. 6-7 Eylül’de eve sığınmış, 8 Eylül’de İstiklal Caddesi’ndeki dükkanına gittiğinde Laz komşusunun dükkanına yerleştiğini görmüş. Sabahları birlikte kahvaltı ederdik diye içerlenmiş adamcağız.

Topal Osman’dan 6-7 Eylül’e, Ermeni Soykırımı’ndan Madımak’a ülkemiz tarihi çeşitli travmalarla dolu. Günümüzde ise bu travmaları hatırlamak ve işlemek bir yana “Dedemler Kafkaslar’dan gelmişler” gibi cümlelerle durum romantize ediliyor ya da “Yananlardan mısın yoksa yakılardan mı?” gibi cümlelerle travmanın işlenmesi olanaksız hale geliyor. Boşaltılan köylere henüz değinemedim bile.

Peki o Laz esnafa ne oldu sizce? Bana kalsa komşusununkini de gasp edince iki dükkanı oldu ama yetinemedi. Bir gecede komşusunun dükkanını gasp ederek kendi başına da yarın ne geleceğinin belli olamayacağı bir ülkenin makus talihini yeniden üretmişti. O yüzden iki dükkan da elden gidebilirdi, çocuklarının geleceğinin bir garantisi yoktu. O yüzden daha çok çalışmalı ve dükkan sahibi olmalıydı. Laz esnaf çocuklarının geleceği ile ilgili huzurlu biçimde hayal kurma şansını toptan kaybetmişti ve çocukları da babalarını yüzündeki bu endişe ile hatırlayacaklardı artık. Laz esnaf olamayanların ise çocukların karneleri çok iyi olmalıydı ki kendilerini kurtarsınlar. Belki en önemlisi sonradan göç edenler ve Türklükleri en şaibeli olanlar bu şaibeden kurtulmalıydılar ki azıcık güvende hissetsinler. Böylece göçmenlerde Öztürk, Türkoğlu gibi soyadların çok yaygın olduğu bir ülke oluverdik.

Çocuklarımızın geleceğinin bir garantisi yok. Bu ülke hatırlanan ve hatırlanmayan geçmişi ile tedirgin edici bir ülke. Bu tedirginlik ile icra edilen ebeveynlik ise çocuklarımızı daha da sakatlıyor ne yazık ki. Artık önce çocuklarla kurduğumuz ilişkiye ve sonra da bunun ortak tarihimizde saklı nedenlerine odaklanmanın vakti gelmiştir belki.

Not: Sizin ve ailenizin geçmişinde böyle bir travma yok mu acaba? Eminim Laz esnafın torunları da böyle düşünüyorlardır.

Edit: Sur’un kamulaştırılma kararını Sur’un tarihsel bağlamı ve “zamanında kamulaştırılan” Ermeni mülkleri içerisinden ele alan ve tarihle yüzleşmeye davet eden Radyo Agos’un 2 Nisan 2016 tarihli yayınını da dinlemek isteyebilirsiniz.

2 comments

  1. Selamlar hocam, yazınızdaki anneler konusundaki yorumunuz bilhassa kendi annemi ve bizler üzerindeki hala daha devam eden endişelerini hatırlattı.. İçimdeki kontrol edemediğim anaçlık duygusunun kendi çocuğum olduğunda nasıl sorunlara yolaçacağını düşünmeden edemiyorum, bazen farkında olmak işe yaramıyor sanırım.. ve dahası kimbilir aile seceremizde ne travmalar var da bize geçen.. haberimiz dahi yok.. 🙁 emeğinize sağlık

  2. Benim de ailemde göçmenlik var ve daha bir iki sene öncesinde dedemin tarafından Arnavut kanı taşıdığımı yeni öğrendim. Yazınızın o kısmı etkiledi beni de. Kimbilir, neredeyse eminim, başka milliyetleri de taşıyorumdur ama bu bilgiye erişme imkanım pek yok maalesef. Zaten siyaset okuyorum, bir süredir etnik açıdan da ne olduğum üzerine düşünüyorum, çoğu kişinin Türk olmadığını da düşünürsek..
    Benim göçmenliğe dair çok fazla anım yok ama bildiğim şeyler var o kesin. Bir de göçmenlerin de kendine has bir psikolojik geçmişi var gerçekten. Toplumun çok büyük bir kısmını oluşturdukları için de bu konuda daha çok araştırmaya ihtiyacımız var.
    Saygılarımla.

Bir Cevap Yazın