FRANKENSTEIN’DAN YAPAY ZEKÂYA; İNSANIN YARATTIĞINDAN KORKMASI *

Yapay Zekâ (YZ) hayatımızı kolaylaştıran işlevleri olmasına karşın izdüşümünü sinemada da izleyebildiğimiz korkutucu bir imgeye de sahip. Önce YZ’nin mevcut durumuna, ardından da bu korkutucu imgenin olası nedenlerine bakmayı önereceğim.

YZ’nin Mevcut Durumu

Kuramsal tartışmaları daha geriye dayansa da YZ, Deep Blue ile fantezi olmaktan çıkıp somut bir gerçekliğe dönüştü. 1997 yılında IBM’in saniyede 100 milyon hamle hesaplayabilen canavarı Deep Blue, zamanın dünya satranç şampiyonu olan Kasparov’la karşılaşacaktı. Deep Blue bu kapasitesiyle 74 hamle ötesini hesaplayabiliyorken satranç ustaları 10 hamle ötesini görebilmekteydi. Bu fark Kasparov’un bir oyunu 19 hamlede ve müsabakayı da 4-2 kaybetmesine neden olacaktı. Şampiyon Kasparov’un daha önce 20 hamlenin altında kaybettiği bir oyunu yoktu. Satrançtaki üstünlüğün go oyununda tekrarlanması için zaman geçecekti. Geçen sene AlphaGo’nun dünya go şampiyonu Lee Sedol’u 4-1 yenmesiyle YZ’nin zekâ ve strateji gerektiren oyunlarda insana üstünlüğü perçinlenmiş oldu.

Geçen zaman içerisinde YZ bir şekilde gündelik hayata girdi. YZ uygulamalarından en bilineni dijital asistan Siri. Siri’ye en yakın İtalyan lokantasını sorduğunuzda bulunduğunuz yeri, İtalyan lokantalarının yerini ve aralardaki mesafeleri hesaplayarak hızlıca yanıt verebilir. Navigasyon uygulamaları da bunun diğer bir örneği kabul edilebilir. YZ artık tezgâhtarlık becerilerine de sahip, satın aldığınız ürünlere göre başka neyi almayı isteyebileceğinizi öngörebiliyor. Daha da ileri gidip, yeğenlerinizin her ziyaretinde evdeki süt tüketiminin arttığını anlayabilir ve mail trafiğinizden yeğenlerinizin geleceğini anlayıp size süt almayı da hatırlatabilir. Peki, bir arabanın ya da yayanın bile beklemediği yola geçiş hakkı verildiğinde kırmızı ışıkta beklemek sinir bozucu olmuyor mu? YZ mevcut ve öngörülebilir trafik yoğunluğuna göre trafik ışıklandırmasını mahir biçimde optimize de edebilir mesela.

Biraz da sanata bakalım. Senaryosu tamamen Benjamin adında bir YZ tarafından yazılan ilk kısa film Sunspring (2016) filme alındı. The Next Rembrandt projesiyle bütün Rembrandt portrelerini analiz eden bir yazılım da aşırı gerçekçi bulunan yeni bir Rembrandt resmi üretmeyi başardı. YZ tarafından kaleme alınan şiirler ise giderek daha çok ilgi çekiyor.

Ekran Resmi 2018-01-15 16.58.40

Sürücüsüz araç meselesi ayrı bir paragrafı hak edebilir, çünkü konu bir noktadan diğerine hareket etmeyi hesaplamakla sınırlı kalamıyor. İnsanın doğru olanın ne olduğuna tam olarak karar veremediği durumlarda YZ nasıl karar verecektir? Doğru yanıtın olmadığı bazı ahlaki ikilemler vardır. Bunların en meşhuru olan tramvay problemini ele alalım: Freni bozulmuş bir tramvay, içindeki 5 yolcuyla ilerlemektedir ve tramvay hattı bu yolcuların ölümüyle sonuçlanacak şekilde bitmektedir. Hat üzerinde bir makas bulunmaktadır; makas değiştirilirse tramvayın yavaşlayarak durabileceği bir hatta geçilecek, fakat bu seçenek de hatta çalışan bir işçinin ölümüyle sonuçlanacaktır. Makasın başında olduğunuzu düşünün, ne yapardınız? Benzer biçimde bir kazanın kaçınılmaz olduğu durumda sürücüsüz araba tek yolcusunu kurtarmak için 5 kişinin olduğu bir durağa çarpma kararını mı vermelidir? Yola bir çocuk fırladığında çocuğa çarpmamak için kaldırımdaki 2 yaşlıya çarpacak şekilde mi manevra yapmalı? Bu karar verme sürecinde kural ihlalini kimin yaptığı bir parametre olmalı mı? Bunlar o kadar zor sorular ki otonom araç üreticileri bu konuda Stanford Üniversitesi’nden bilim insanlarından danışmanlık alma ihtiyacı hissediyorlar (1).


Bir Oda Çince Bilebilir mi?

YZ bir özne midir sorusu için ideal bir noktaya geldik sanırım. John Searle’ün “Çince Odası” argümanına (2) bakalım. Kilitli bir odada, dışarıyla iletişiminizin olmadığı bir deneysel bir ortam hayal edelim. Ayrıca deneyin amacı gereği Çince bilmediğinizi, hatta harfleri görünce bunun Çince mi yoksa Japonca mı olduğunu bile ayrımsayamacağınızı varsayalım. Bu odaya kapının altından Çince bir not gönderilsin. Odada da gelebilecek notlarla ilgili Türkçe birtakım talimatlar olsun. Bu talimatlarda hangi sembolleri gördüğünüzde hangi sembolleri kapının altından geri göndereceğiniz yazılı olsun ve uygulayın. Bunun üzerine kapının altından ikinci bir not iletildiğinde ilk seferdeki notların üzerine hangi yanıtın gönderileceği de bir algoritmayla tariflenmiş olsun ve uygulayın. Bu algoritma mükemmel derecede detaylı ise kapının dışındaki kişi anadilinizin Çince olduğunu düşünecektir. Siz Çince hiç bilmiyorsunuz. Çinceyi bilen oda mıdır? Elbette oda da sizin gibi Çince bilmemektedir. Günümüzde YZ sadece çeviri değil pek çok işleviyle hayatımızda olmasına karşın ne Çince ne de yerine getirdiği diğer işlevler hakkında bir şeyi bilmiyor olabilir. Tıpkı evrimin de muazzam bir algoritma olması ve etkinliğine karşın ne “doğanın” ne de bu algoritmaya tabi olan insan dışı canlıların evrim hakkında bir fikri olması gibi.

O zaman insana dönelim. İnsanın alamet-i farikalarından biri de üstbilişsel (metacognitive) yeteneğidir. İnsan sadece düşünmez, o şeyi düşünüyor olmakla ilgili de düşünür. Sevgilisini düşünür ve sevgilisini düşünüyor olmakla ilgili düşünüp özlediği sonucuna varır. Daha da ötesi, insan sadece düşünmez, o şeyi düşünüyor olan kendisiyle de düşünür. Sevgilisini düşünür ve sevgilisini düşünen kendisiyle ilgili seven biri olduğuna kanaat getirir. Burada işler bazen sarpa sarabilir ve klinik durumlar ortaya çıkabilir. Bazen insan üzerine tefekkür etmese de aklında giriveren düşünceler olur. Yıllar önce bir kere gittiğiniz bir cafenin aklınıza gelmesi ya da pek de sevmediğiniz bir şarkının zihninize girip dilinize dolanması gibi. Bu aklınıza giriveren düşüncelerin bazılarını kabul edilemez de bulabilirsiniz. Birinin dekoltesi, kutsal figürlerin cinsel yaşamı, bir çocuğa zarar vermeye dair bir kare… Bu düşünceleri -tıpkı dilinize dolanan o anlamsız şarkı gibi- anlamsız tesadüfler olarak değil, üstbilişsel yolla sizin kendinizi temsiline dair bir zemin olarak algıladığınızda (sapığım, tehlikeliyim…) bu düşünceden kurtulmak için gayret göstermeye başlayabilirsiniz. Bu gayret (başka bir şeyi düşünmeye çalışmak gibi) sizi ister istemez kurtulmaya çalıştığınız düşünceye refere edeceğinden zihinsel bir patinaj yaşarsınız. Obsesif Kompulsif Bozukluk ele bulaşan hasta edici mikroplardan kurtulma gayreti gibi zihne bulaşan tekinsiz düşünceleri def etme çabası olarak da kendini gösterebilir (3). Sterilizatöre sokma şansınız olmadığından eldeki mikrop hem kaçınılmaz hem de zararsızdır, bu akla giriveren düşünceler de öyle. Buna karşın iki durum da kişinin yaşamını oldukça zora sokabilir. Yine de klinisyenlikten çıkıp konumuza dönelim.

Ekran Resmi 2018-01-15 17.06.30

Arkadaşınıza gösterdiğiniz komik video komik bulunmadığında bazı duygulara kapılabilirsiniz. Videoyu çekmemiş, sadece önermiş olmanız bu durumu değiştirmeyebilir. Bu durumun esas etkeni arkadaşınız ve kendinize dair bazı temsillerdir. Video önerme konusunda çok mahir olan bir algoritma olduğunuzun değil, videoyu komik bulan ve arkadaşınıza öneren o kendilik temsilinin (zeki, ilgi çekici, sofistike, eğlenceli…) arkadaşınızda da karşılığının olduğunu teyit etmeyi umarsınız. Yani siz, videoyu öneren bir algoritma değil, arkadaşınızla olan ilişkinizde kendinize dair temsilleri arayan bir öznesinizdir. Youtube’un algoritması kendini optimize edecek şekilde sürekli beslense de böyle bir temsile sahip olduğundan bahsedemeyiz. Deep Blue şampiyon olmanın, Benjamin senaryosuyla insanlarda kendini ifade etmenin ve bu ifadenin insanlarda karşılık bulmasının ne demek olduğundan bihaber. Hatta bir adım ileri gidelim, Deep Blue satrancın, Benjamin ise senaryonun ne demek olduğunu bilmiyor olabilirler, onlar sadece kendilerine konularıyla ilgili verilen bilgiyi işlemliyorlar. Bir YZ şehir trafiğini şimdikinden çok daha ideal biçimde yönetebilir. Trafik saatlerini öngörebilir, hatta internetten futbol fikstürünü ve puan durumunu çekerek maç saatlerindeki trafiğe dair öngörülerde de bulunabilir. Fakat mesele trafiği optimize etmeye geldiğinde stadın erken boşalmasını mı yoksa kent yaşamının maçtan olabildiğince etkilenmemesini mi önceleyecektir? YZ maçın ne demek olduğunu bilmez, bu kararları da bir özne olarak veremez. Özetle üstbilişsel yetenekleri olmadığından YZ verdiği kararın etkileri, kararın kendisi ya da kararı veren kendisiyle ilgili temsiller üretemez. Bu haliyle de bir özne olarak kabul edilemez.

YZ korkusu -özellikle de sinemada karşılaştığımız hali- bir özne olan YZ’den kaynaklanıyor. Bir özne olmayan YZ korkusu en somut haliyle işsizlik kaygısı olarak karşımıza çıkıyor. Avrupa Birliği, vatandaşlarının çeşitli tutumlarını Eurobarometer adını verdiği periyodik anketlerle değerlendiriliyor. Otonom Sistemler ya da YZ’ye yönelik tutumlarda 2012-2014 yılları arasında bütün üye ülkelerde olumsuzlaşan bir trend gözleniyor (4). Üç katılımcıdan ikisi robotların işsizliğe neden olabileceği görüşünde. Ekonomisi daha zayıf olan ülkelerin daha olumsuz tutum belirtmesi de bu endişeyle ilişkili olabilir.

Bir Özne Olarak YZ Korkusu ve Sinema

Sinemada YZ endişesini pratik nedenlerle iki başlık altında inceleyeceğim.

1- Aldatılma:

“Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilal!”

İnsan diğerinin zihnine dair çıkarsama yapmaya öylesine meyillidir ki, zihni olmayan varlıklara bile zihin, duygu ya da niyet atfederek onları anlamaya çalışır. Bu fenomen antropomorfizm (İnsan Biçimcilik, Anthropomorphic Personification) olarak adlandırılır. Fırtınanın doğanın kızgınlığı, depremin de intikamı olarak değerlendirilmesi bu fenomenin örneklerinden. “Borsa endeksinin x bandında direnmesi ve y bandını zorlaması” da modern örneklerden sayılabilir. Konuyu deneysel olarak ilk kez Heider ve Simmel 1944 yılında çalıştı. Çalışmada ekranda hareket eden çeşitli geometrik cisimleri izleyen katılımcılardan ne olduğunu yazmaları istendi. Yorumlar son derece insan biçimci oldu. Katılımcılar geometrik şekillere kişilik, duygu ve niyet atfetti. Büyük üçgen bir zorba, küçük üçgen ise onu kandırmaya çalışan başka biri olarak yorumlandı. Bunun yanı sıra sahnenin bütünü öyküleştirildi; örneğin katılımcılardan biri bir adamın bir kadınla buluşmaya gittiği fakat kadının yanında başka bir adamla geldiği, adamın diğer adama gitmesini söylediği ve sonra kavgaya tutuştukları, kadının önce tereddüt ettiği fakat sonra olay yerinden ayrıldığı şeklinde bir olay örüntüsü anlattı (5). Diğerinin zihinsel temsilini oluşturmakta zorlanan Otistik Spektrum Bozukluğunda ise bu fenomenin gerçekleşmediği gösterilmiştir (6).

Bir uyaranı tanıdık bir patern içinde algılama eğilimine “pareidolia” denmekte. Bir tıbbiye öğrencisinin “Stop By Pizza” tabelasını ısrarla “sitoplazma” şeklinde okuması gibi. İnsanın diğerinin zihnine yönelik çıkarsama yapma eğiliminin bir diğer sonucu olarak, pareidolia sıklıkla (Mars yüzeyindeki kabartılar gibi) tesadüfi şekillerde insan yüzü algılama olarak tezahür ediyor. Aslında iki noktalama işaretinden ibaret olan smiley bu nedenle modern iletişimde önemli bir unsur haline gelebildi. Bu nedenledir ki smiley görmek, yasadışı göçmenlik gibi ciddi politik tutumlarda bile değişikliğe neden olabilmekte (7). Beyinde fusiform gyrus adında yüz tanımaya özelleşmiş bir bölge bulunmaktadır ve otomobil uzmanları otomobil resimlerine baktıklarında fusiform gyrusları etkinleşmekte (8). Böylece çatık kaşlı Mercedes ya da arkadaş canlısı vosvos da mümkün olabilmekte işte.

İnsan nesnelerle onları kişileştirerek ilişki kurar. Daktilosu emektar, sırt çantası maceraperest olduğunda onlara bağlanması daha olasıdır. Elbette reklamcılık sektörü de bu durumun farkında (9). Böylece daha sahip olmadan bile kişileştirilmiş ürünlerle tanışırız. Lastiğimiz artık bir petrokimya ürünü değil tombul ve dost canlısı bir insan, kâğıt havlumuz ise şirin, zararsız beyaz fillerdir.

Kasparov da yenilgisi sonrası Deep Blue için şunu söyleyecekti: “Müthiş ve aşırı insansı bir hamleydi… Pek çok bilgisayara karşı oynadım fakat bunun gibi bir şeyi hiç yaşamadım. Masanın karşısından yeni bir tür zekâyı hissedebiliyor, kokusunu alabiliyordum” (10). Kasparov’un Deep Blue’ya ilişkin atıfları antropomorfik olmuştur. Kasparov gönderme yaptığı -ve Deep Blue’nun kazanmasına neden olan- 2. maçın 37. hamlesiyle ilgili önce IBM ekibini hile yapmakla suçlayacaktı. Sonrasında ise Deep Blue’nun bu hamlesinin bir “bug” (yazılım hatası) ürünü olduğu öne sürülecekti. Kasparov’un antropomorfik atıflarının Deep Blue’nun bir “hata”sından kaynaklanıyor oluşu ayrı bir yazı konusu bile olabilir. Putin’in Siri’ye “Seni üzen var mı?” sorusunu yöneltmesi ise psikobiyografik bir çalışmaya konu olsa yeridir.

 

Özet: İnsan -canlı olsun ya da olmasın- hayatındaki nesnelerle ilişki kurma ve onlara bağlanma eğilimindedir. Bu nesnelere atfedilebilecek insansı özellikler de bağ kurmayı kolaylaştırır. Dolayısıyla insan YZ ile de bağ kuracak, onu da kişileştirecektir. Sonuç olarak da YZ tarafından anlaşılmayı ve özen gösterilmeyi de bekleyecektir. Sinemaseverler konunun hangi filme geldiğini kavradı: Her (2013). Filmimizin kahramanı Theodore, yasını tamamlayamadığı için eşinden ayrılmaya yanaşmayan ve yalnızlık çekmekte olan bir adamdır. Derken bir işletim sistemi satın alır, Samantha adındaki bu işletim sistemi cep telefonu yardımıyla her an Theodore’un yanında olur, hayatını doldurur ve ilişkileri romantik bir boyuta taşınır. Sonrasında Theodore, Samantha’nın 8316 kişiyle daha görüştüğünü ve bunlardan 641’ine âşık olduğunu öğrenecektir. Samantha yüksek işlemci kapasitesiyle bütün ilişkilerini eşzamanlı olarak sürdürebilmekte ve Theodore’u ihmal etmemektedir. Paylaşılacak fiziki varlığı da bulunmadığından bu ilişkiler Theodore’a yansımamaktadır. Yine de Theodore’un biricik olma ihtiyacı baskın gelir, hayal kırıklığıyla ilişkiyi sonlandırır.

5-Her-quotes

Ex Machina (2014) da benzer bir tema barındırmaktadır. Caleb robot olduğunu bildiği Ava’ya âşık olur ve işini riske ederek onun tutsak edildiği yerden kaçışına yardım eder. Ardından Ava tarafından kullanıldığını anlayacak ve hayal kırıklığına uğrayacaktır. Black Mirror 2. Sezon 1. Bölüm’de (Be Right Back) de sosyal medya bağımlısı Ash’in ölümünden sonra sevgilisi Martha’nın yas tutmakta zorlandığını görürüz. Ash’in sosyal medya paylaşımları baz alınarak üretilen aşırı gerçekçi bir android sipariş eden Martha bir süre bu durumdan memnun olsa da sonrasında bu kopyanın sevgilisi olmadığını anlayacak ve onu hayatından çıkaracaktır.

2- Asimilasyon ve Köleleştirilme

Tanrı bir gün fakir bir köylü olan Vladimir’e görünüp şöyle der: “Vladimir, sana bir dilek hakkı veriyorum. Dilediğin şey senin olacak. Yalnız tek bir koşul var Ivan, sana bahşettiğimin iki katını da komşuna vereceğim.” Vladimir fazla düşünmeden yanıtlar: “Tamam, gözlerimden birini al!” Bir Slav öyküsü

Gen bencildir ve gayesi kendini replike etmektir. Bu perspektiften özgecilik (altruism) evrimsel açıdan maladaptif bir özellik gibi görünse de resmin tamamı bundan ibaret olmayabilir. Mesela sırtınız kaşındığında etrafta önceden sırtını kaşıdığınız birinin olması işinize yarayabilir. Fakat daha önce sırtını kaşıdığınız bu kişinin etrafta olması demek kendi grubunuza ait olması demek de olabilir. Dolayısıyla grup içi ile sınırlı (parochial) oluşu özgeciliğe adaptif nitelik kazandırabilir (11). Dil ve aksan (tıpkı folklorik pek çok unsur gibi) kişinin kendi grubundakileri hızlı biçimde saptamasına yardımcı olabilir. Bu nedenle insanlar “karıncalar hiç uyumazlar” gibi bir ifadeyi dillerini yabancı bir aksanla konuşan birinden duyduklarında inanmamaya daha meyilli oluyorlar (12). Hatta henüz 4 yaşındayken bile çocukların kendi aksanıyla konuşanlara kanmaya daha meyilli oldukları saptanmış durumda (13). Dolayısıyla grubundan uzakta olan bir birey kendi grubuna ait birini gördüğünde ona hızlıca güvenme eğilimi gösterebilir. Bu onu hemşerisine karşı saf ve savunmasız kılacaktır. Böylelikle hemşeri hemşeriyi gurbette kazıklar, doğrudur.

Grup içi kayırmacılık sosyal psikolojiye Henri Tajfel’in kazandırdığı bir kavram (14). İnsanları yeter ki iki gruba ayırın, bu hangi tabloyu daha çok beğendikleri üzerinden de olabilir, yazı tura atarak tamamen şans eseri de… İnsanlara para verip diğer insanlara nasıl dağıtacakları -gruplar da işaret edilerek- sorulduğunda (“2. gruptaki 14 numaralı katılımcı” gibi) belirgin biçimde kendi grubunu kayırdıkları görünüyor. Üstelik deney koşulları gereği kişi diğer katılımcıları hiç görmemiş olsa bile. İşin Vladimirlik kısmı ise şu şekilde cereyan ediyor: Diğer gruba daha çok para verdikçe kendi grubunun da daha çok para alması yönünde bir skala içinden karar vermeleri istendiğinde diğer grubun kazançlı olmaması için kendi grubunun da kazanmamasını arzulayan bazı insanlar var. Örneğin kendi etnik grubuna 19, diğer gruba 25 birim verilmesindense kendi etnik grubuna 7, diğer gruba 1 birim yardım edilmesi tercih edilebiliyor (15). Bu Vladimirlerin erkek olmaları daha olası. Bu Vladimirlerin ayrıca daha muhafazakâr ve sosyal baskınlık yönelimi (social dominance orientation) yüksek bireyler olmaları da daha olası. Sosyal baskınlık yönelimi, hem grup içinde bireylerin hem de grupların kendi aralarında hiyerarşik pozisyonlarının olması gerektiğine inanmak anlamına gelir. Sosyal baskınlık yönelimi bireyin faşist bir ideoloji barındırmasını önceleyebilen unsurlardan da biridir.

Grup içi kayırmacılık kişilerin rastgele atandıkları gruplarda ölçümlenir. Kişinin özdeşim kurduğu bir gruba ait olması halinde ise durumun vahameti bir kademe daha artabilir: Özdeşim kurulan gruplarda bireyler diğer grubu infrahumanize etme eğilimi gösterebilirler yani iç grup üyelerine daha insansı özellikler atfederken dış grup üyelerine daha az insansı özellik atfedilir (16). Bunun bir adım ötesi olan dehumanizasyon ise dış gruba tamamen insan dışı atıflarda bulunma anlamına gelir ve soykırımların da en önemli etkenlerinden biridir. Dehumanizasyon dile de sinebilir. Mesela Türkler çocuk yapar ama Kürtler “ürer” ya da “çoğalır”… Mesela kapılar açılır, Suriyeliler “salınır”. Mesela Türkler göç ederken Araplar her yere “dolar”. Gündelik dilde sıkça rastladığımız bu kullanım aslında insandan ziyade haşereleri tarif etmekte kullanılır. Dille yeniden üretilen dehumanizasyon artık ortamı bu gruplara karşı her türlü ayrımcılık ve dışlama için elverişli hale getirir. Dehumanizasyonun bir kademe sonrası ise şeytanlaştırmadır. Bu grup ya da kişiler artık sadece insan olmayan varlıklar değil, gizli bir ajanda içerisinde gruba zarar verme niyeti olan zararlı varlıklardır. Bunlar vatan hainleridir, bunlar dış güçlerin işbirlikçileridir, bunlar bilerek ekonomimizi çökertmeye çalışan iç düşmanlardır… Dehumanize edilen gruba dair ahlaki bir sorumluluk barındırılmazken, şeytanlaştırılan grubu yok etmeye çalışmak bir anda ahlaki sorumluluk haline gelmiştir (17).

sok-rakamlar--turkiye-de-turkler-ac--suriyeliler-obez--3239

Özet: Bilişsel psikolojiden sosyal psikolojiye geçiş insana dair resmi genellikle kötücülleştirir. İlk bölümde bahsettiğim üzere cansız olsa da nesnelere insansılık atfeden insanımız, özdeşim kurduğu bir grup varlığında dış grubu dehumanizasyon eğilimi gösterebilir. YZ’nin özneleşmesi halinde de sosyal psikoloji dinamikleri perspektifinden YZ’ye paranoid bazı atıflarda bulunması mümkündür.

Bu temanın iki mihenk taşı Matrix (1999) ve The Terminator’dır (1984). The Terminator’da kötü niyetli robotlar dünyanın egemenliğini ele geçirmiş ve insanların soyunu kurutmak için zaman yolculuğuyla geçmişe robot gönderip insan direnişinin liderini çocukken öldürmeyi planlamaktadırlar. Matrix’te ise insanın saldırganlığını başka türlü denetleyemeyen yapay zekâ, onları kuluçka çiftliklerine hapsetmiş fakat beyinlerine gönderdikleri uyaranlarla sanki bildiğimiz dünyadaki yaşamları sürüyormuş gibi algılamalarını sağlamaktadır. Özneleşen YZ dış grup haline geldiğinde insanlığın geri kalanı tek bir çatı altında toplanmak, “konsolide olmak” zorundadır. Bu tema uzaylı istilası korku fantezilerinde de bu şekilde işlenmektedir. İlginç bir şekilde zombi istilası teması insanlığın konsolide olması gerekliliğini barındırmaz, ki belki de bu durum zombiye öznelik atfedilmiyor oluşuyla ilgilidir.

Architect

Laius Sendromu Olarak YZ Korkusu

“Hirodes, yıldızbilimciler tarafından aldatıldığını anlayınca çok öfkelendi. Onlardan öğrendiği vakti göz önüne alarak Beytlehem ve bütün yöresinde bulunan iki ve iki yaşından küçük erkek çocukların hepsini öldürttü.” Matthew 2:16

Kral Hirodes Beytüllahim’deki 2 yaşından küçük tüm erkek çocukları katleder çünkü müneccimler “Yahudilerin kralı olmak üzere doğmuş olan” bir bebeğe dair bir kehanette bulunmuşlardır. Yine de İsa bu katliamdan kurtulacak ve kehanet gerçekleşecektir. Eski Ahit’te Musa’nın öyküsü de benzer bir şekilde Firavunun kendisini alt edecek çocuğun doğduğu kehanetiyle başlar. Bunun üzerine başlatılan çocuk katliamından Nil’e bir sepetle bırakılarak kurtulan bebek Musa, önce Firavun tarafından evlat edinilecek, sonra da onu alt edecektir. Bu öykülerin belki de en trajik olanı Kral Laius’un öyküsüdür. Hatta Laius’un öyküsü o kadar trajiktir ki, trajedisi bile kendi adıyla anılmaz, adı bile unutulmak istenmektedir adeta. Laius kendi çocuğunun kendisini öldüreceği ve karısıyla evleneceği yönündeki bir kehanet nedeniyle çocuk yapmamaya karar verir, fakat sarhoş olduğu bir gecede bu konuda dirayet gösteremez. Laius’un karısı Iacosta, çocuğun öldürülmesinden korktuğu için onu bir dağa terk eder. Küçük Oedipus çobanlar tarafından kurtarılır ve büyüdüğünde kehanet gerçekleşir. Babası olduğunu bilmediği Laius’u öldürür ve annesi olduğunu bilmediği Iacosta ile evlenir. Harry Potter serisi de dahil olmak üzere pek çok söylencede yeni doğan bir bebeğin büyüdüğünde kralı tahttan indireceğine ilişkin kehanetin tekrarlandığını görürüz. İnsanlığın YZ korkusunu hatırlatan bir motif bu. Henüz gelişmekte olan ve tam anlamıyla gelişince de alt edilmemenin mümkün olamayacağı o korku nesnesi. Deep Blue insanlığın kulağına fısıldanan Laius’un kehaneti olmuştur belki de.

Oedipus’un karşıt imgesi Pinocchio olabilir. Tam da YZ gibi insan tarafından can verilmiş olan Pinocchio neşeli ve kural tanımaz bir çocuk iken uslu bir çocuk (ya da kastre) olmayı kabul eder ve gerçek bir insan olabilir. Böylece Gepetto usta da Laius’un kaderini yaşamamış olur.

geppetto-pinocchio

Sinemada YZ korku fantezilerinin erken dönem örneklerinden biri Demon Seed’dir (1977). Filmde Proteus isimli YZ’nin yaratıcısının karısına saplantılı bir ilgi geliştirdiğini, ardından kadını evde alıkoyduğunu ve bazı aparatlar yardımıyla tecavüz ederek hamile bıraktığını görürüz. Dolayısıyla Demon Seed ödipal bir korku fantezisidir. Yine de YZ’nin bir dış gruba dönüşerek değil, tekil biçimde kötücülleştiği bu öyküler diğerleri kadar ilgiye mazhar olamıyor gibi görünmekte.

Terminator’ın Atası Frankenstein

“Sen, yaratıcım, iğreniyorsun benden; bana hiçbir borcu bulunmayan diğer insanlardan ne umabilirim?” Frankenstein

Sinemaya sıkça uyarlanmış modern bir trajediye göz atacağız bu sefer. Kendi yarattığı “canavar”dan kurtulmaya çalışan Dr. Frankenstein’ın hikâyesi de YZ korkusunu anlamamıza yardımcı olabilir. Frankenstein’ın yaratığı, insanın teknoloji yardımıyla yarattığı ilk canavar olabilir. Yaratığın hayat bulmasının nedeni Dr. Frankenstein’ın bilime olan tekinsiz merakıdır. Romanın yazıldığı yıllarda yaratığın hayat bulmasını sağlayan elektrik halen gizemli bir fenomendi ve nöron ve kasların elektrik aktivitesi yeni keşfedilmişti (18). Frankenstein denince akla o korkutucu yaratık geliyor fakat aslında yaratığın adı bile yok, romanda canavar, iblis, yaratık gibi çeşitli kötücül sıfatlarla nitelendiriliyor, Frankenstein da yaratıcısının adı. Anlatıyı daha iyi kavramak için de yaratıcısı olan Mary Shelley’in öyküsüne bakmamızın yararı olabilir. Mary Shelley siyasi düşünür William Goodwin ile feminist düşünür Mary Wollstonecraft’in kızı olarak dünyaya gelmiştir, fakat annesi doğuma bağlı komplikasyonlar nedeniyle kendisi henüz 1 aylıkken vefat edecektir. Babası, Mary 4 yaşındayken iki çocuklu bir kadınla ikinci evliliğini yapar. Mary artık kendisinin babasına olan düşkünlüğünü kıskanan, çabuk sinirlenen ve kendi çocuklarını kayıran (19) bir üvey anneyle yaşamak zorunda kalır. Ardından babasının hayranı ve takipçisi olan şair  Percy Bysshe Shelley ile evlenir ve mutlu bir evlilik hayatı olur. Frankenstein’ı ürettiği sırada evlidir ve bir gebelik kaybı yaşamıştır.

Mary-Shelly-Featured-Image-LARGE

Frankenstein’ın yaratığının öyküsünde Mary’nin öyküsünden pek çok ize rastlarız. Romanda can verdiği yaratıktan tiksinen ve korkan Dr. Frankenstein onu mutlak bir yalnızlığa terk eder. Bu yalnızlığın içinde acı çeken ve “babasına” ulaşmaya çalışan yaratık babası tarafından reddedilmesi üzerine artık ondan sadece kendisine kendisi gibi bir eş yapmasını talep eder. Bu talebi de gerçekleşmeyince babasına çeşitli yollardan zarar verir. Onun kardeşini ve en iyi arkadaşını öldürür. Ardından o uğursuz tehdidini savuracaktır: “Evlendiğin gece yanında olacağım.” Gerçekten de evlendiği gece yanına gelir, ama kendisi değil karısı için. Yeni karısının ölümüyle çileden çıkan Dr. Frankenstein, yaratığı öldürmek için takibe başlar. Babasının o ana kadar kendisinden kaçmaktayken bu yolla da olsa peşine düşmesinden memnun olan yaratık, ona yol boyunca izler bırakarak takip etmesini sağlar. Yolculuk Dr. Frankenstein’ın kuzey kutbunda ölmek üzereyken kurtarılmasıyla son bulur.

Babası tarafından terk edilme temasının ve onun evliliğini gelini öldürerek sabote etme arzusunun Mary Shelley’e yabancı olmadığını düşünmek için gerekçeler var gibi görünüyor. Dolayısıyla roman, Shelley’in babasına dair hissettiği saldırganlığın yüceltme (sublimasyon) mekanizmasıyla işlenmiş hali olabilir (20).

İnsanın kendi kötücüllüğünü Frankenstein’ın yaratığıyla sembolize etmesi YZ’ye ilişkin distopyalarda da bulunabilir. İnsan, YZ’nin soykırım yapmasından korkar ve kendi soykırım yapar. İnsan, YZ’nin kendini köleleştirmesinden korkar ve kendisi hem diğer türleri hem de kendi türünü köleleştirir. İnsan, YZ’nin kendini aldatmasından korkar ve kendisi zaten aldatır.

İnsan, YZ karşısında Laius olmaktan korkar, çünkü bizzat kendisinin Oedipus olası vardır.

grand
*Psikesinema Dergisi 14. sayısında yayımlanmıştır.

 

Kaynaklar:

1- https://news.stanford.edu/2017/05/22/stanford-scholars-researchers-discuss-key-ethical-questions-self-driving-cars-present/

2- Searle, J. R. (1980). Minds, brains, and programs. Behavioral and brain sciences, 3(3), 417-424.

3- Janeck, A. S., Calamari, J. E., Riemann, B. C., & Heffelfinger, S. K. (2003). Too much thinking about thinking?: metacognitive differences in obsessive–compulsive disorder. Journal of Anxiety Disorders, 17(2), 181-195.

4- Special Eurobarometer 427, Autonomous Systems, June 2015.

5- Heider, F., & Simmel, M. (1944). An experimental study of apparent behavior. The American journal of psychology, 57(2), 243-259.

6- Castelli, F., Frith, C., Happé, F., & Frith, U. (2002). Autism, Asperger syndrome and brain mechanisms for the attribution of mental states to animated shapes. Brain, 125(8), 1839-1849.

7- Erisen, C., Lodge, M., & Taber, C. S. (2014). Affective contagion in effortful political thinking. Political Psychology, 35(2), 187-206.

8- Gauthier, I., Skudlarski, P., Gore, J. C., & Anderson, A. W. (2000). Expertise for cars and birds recruits brain areas involved in face recognition. Nature neuroscience, 3(2), 191-197.

9- Delbaere, M., McQuarrie, E. F., & Phillips, B. J. (2011). Personification in advertising. Journal of Advertising, 40(1), 121-130.

10- http://time.com/3705316/deep-blue-kasparov/

11- Brewer, M. B. (1999). The psychology of prejudice: Ingroup love and outgroup hate?. Journal of social issues, 55(3), 429-444.

12- Lev-Ari, S., & Keysar, B. (2010). Why don’t we believe non-native speakers? The influence of accent on credibility. Journal of Experimental Social Psychology, 46(6), 1093-1096.

13- McDonald, K. P., & Ma, L. (2016). Preschoolers’ credulity toward misinformation from ingroup versus outgroup speakers. Journal of experimental child psychology, 148, 87-100.

14- Tajfel, H. (1970). Experiments in intergroup discrimination. Scientific American, 223(5), 96-103.

15- Sidanius, J., Haley, H., Molina, L., & Pratto, F. (2007). Vladimir’s choice and the distribution of social resources: A group dominance perspective. Group processes & intergroup relations, 10(2), 257-265.

16- Demoulin, S., Cortes, B. P., Viki, T. G., Rodriguez, A. P., Rodriguez, R. T., Paladino, M. P., & Leyens, J. P. (2009). The role of ingroup identification in infrahumanization. International Journal of Psychology, 44(1), 4-11.

17- Haslam, S. A., & Reicher, S. D. (2008). Questioning the banality of evil. Psychologist, 21(1), 16-19.

18- Piccolino, M. (1998). Animal electricity and the birth of electrophysiology: the legacy of Luigi Galvani. Brain research bulletin, 46(5), 381-407.

19- Mellor, A. K. (1988). Mary Shelley: her life, her fiction, her monsters. Psychology Press.

20- Waites, E. A. (1991). Mary Shelley as Frankenstein. Psychoanalytic review, 78(4), 583.

Dr. İlker Küçükparlak, Psikiyatrist

2 comments

Bir Cevap Yazın