
Karamsarlık da umut gibi bulaşıcıdır. O yüzden bir insanın karamsar olması nadiren sadece kendi derdidir. Peki, insan neden karamsar olur? İlk aklıma gelen nedenlerinden birisi hayal kırıklığını tolere edecek ego gücüne sahip olamayışıdır. Bazıları için umuda kapılmak ve sonrasında hayal kırıklığına uğramak o kadar yıpratıcıdır ki, hayal kırıklığı riskine bulaşmamanın en sağlam yöntemi baştan hayallere kapılmamak olacaktır. Zaten o kız bana bakmaz, o sınavı kazanmam mümkün değil diye diye geçer ömür. İşin fenası bu durumlar bir tür kendini gerçekleştiren kehanet olarak da çalışabilir. “O kız bana bakmaz” diye hissettiğinde, o kız karşısında özgüvensiz veya kendisine ilgisiz birini görecek ve sonuç olarak da muhtemelen kendisine gerçekten de bakmayacaktır. Kazanılması mümkün olmadığı düşünülen o sınava da çalışmak için yeterince motivasyon bulmak mümkün olmaz, sonuç olarak da o sınav gerçekten kazanılamayabilir.
Bazen narsistik karamsarlıklar vardır. Burada narsist imkansız bir senaryo yaratır ve bu imkansız senaryonun içinden geçebilmiş olan kendisi böylelikle kahramanlaşır. Mesela evet, iyi bir proje hazırlamıştır fakat öncesinde etrafındakilere bu projenin olanaksızlığını öyle bir vurgulamıştır ki, bu projeyi yaparak adeta görevlerini tamamlayan Herakles mertebesine erişmiştir. Narsizmi pek besleyen meslek erbabında bu durumu sıkça görürüz. O kazanılması imkansız bir davadır, fakat bizim dahi avukat imkansızı başararak davayı kurtarmıştır. Bu tedavisi mümkün olmayan bir durumdur fakat allahtan ki doktorların en iyisine denk geldiğimizden bizi şifaya kavuşturmuştur. Bunun daha hafif formunu “10 dakika daha geç kalsaydınız hastayı kaybederdik” diyen doktorda görürüz. Hastayı Azrail’in elinden dakika farkla almış olmak kendini çok daha iyi hissettiriyordur muhtemelen, bu yüzden her zaman değilse de genellikle gereksiz biçimde kullanılır bu ifade.
Başka bir karamsarlık biçimi de felaket tellallığı şeklinde kendini belli eder. Felaket tellallı diğerinin yüreğine korku ya da karamsarlık enjekte eder. Felaket tellallığının en az iki ayrı dinamik sonucu gerçekleşebileceğini düşünüyorum. Bağımlı kişilik yapısına sahip insanlar, bağlandıkları kişilerle daha yakın olabilmek için bazı trajedilere ihtiyaç duyabilirler. O yüzden de ortada trajedi yokken de trajedi olasılığı türeterek bu yakınlaşmayı tesis etme umudu taşıyabilirler. Önce endişeyi enjekte eder, sonra da dert ortağı olarak kendilerini yakın hissederler. Felaket tellallığı bazen de “yansıtmalı özdeşim” (projektif identifikasyon) sonucu vücut bulur. Yansıtmalı özdeşimde kişi kendi başa çıkamadığı durumu karşısındakine yaşatarak onun başa çıkmasına öykünür. (Bu arada yansıtmalı özdeşim bir savunma mekanizmasıdır ve kişi bunu bilinçli olarak yapamaz.) Bu örnekte kendisi çok kaygılı olan kişi kendi de farkında olmadan yansıtmalı özdeşim ile felaket tellallığı yapar ve diğerlerinin kaygıyla nasıl başa çıktığına bakar. “O ben kanser olmasın?” ısrarlarına karşı “Kanserse de bir tedavisi vardır elbette” yanıtını duymak kendi bedensel kaygılarıyla baş edebilmesini kolaylaştıracaktır. Kendi kaygısını -geçici de olsa- yatıştırmasının yolu önce o kaygıyı diğerine enjekte etmek, sonra da onun bu kaygıyla baş etme yöntemini içselleştirmektir yani.
Şimdiye kadar bireysel düzlemde tarif ettiğim bu durumun toplumsal izdüşümleri de var elbette. Karamsarlık konusu politik ortam ve seçimler üzerinden toplumsal bir öneme sahip. Referandum sonrası geçilen yeni sistem beklenmedik sonuçlarla toplumsal muhalefetin dirilmesine yol açtı. Fakat bir hayal kırıklığını tekrar tolere etmek kolay olmayabileceğinden muhalif hissedenler iyimser olmaya dair endişeliler. Burada önemli nokta iyimserliğin kendisinin seçim sonucunu belirleyebilen bir unsur olabileceği. Örneğin 2013 yılında seçimin sonuçlarına ilişkin iyimser olanların sandığa gitme olasılığının daha yüksek olduğunu bildiren bir çalışma yayımlandı. Başka bir çalışmada da seçim sonucunun yakın farkla belirleneceğini öngören seçmenlerin sandığa gitme olasılığının daha fazla olduğu gösterildi.
Anlayacağınız üzere karamsar olmak, karamsar olunası durumları bizzat yaratabiliyor. Umutlu olmanın ise hayal kırıklığı gibi bir maliyeti var. Bu tabloda umutlu olunabilecek başka bir unsur ise insanların hayal kırıklığına karşı toleranslarının artmış olması. Ülkede yaşamaya devam edenlerde hayal kırıklığına ilişkin bir tür “Demirden korksak trene binmezdik” havası oturmuş durumda sanki.
Kendi kanaatim insanın tekrar umutlanamamasından daha büyük bir bedel olamayacağı yönünde. Teselli bulunur, insan umutlanamayacak kadar örselenmesin yeter ki…
O zaman motorları maviliklere sürmekten, artık şarkı dinlemek değil söylemek istemekten bahsedilen günler kutlu olsun efendim!
Bu yazıya da Aretha Franklin’in Think’i gider kanaatindeyim. Buyrunuz:
çok iyi gitmiş… 🙂 teşekkürler. Şimdi dönüp Blues Brothers’ı yeniden seyretmek istiyorum.
[…] maliyetlerine de değinen, psikiyatrist Dr. İlker Küçükparlak’ın Umut Kendi Sebebini Doğurur başlıklı […]