Tükenmişlik aralıklarla gündemimize girip çıkıyor. Benim kişisel gündemimde ağırlıklı olarak Tuzla tersaneler bölgesindeki işçilerle ilgili ve Gezi direnişi sırasında polis memurları ile ilgili yazdığım yazılarla ağırlığını hissettirdi tükenmişlik. Hepimizin gündemine de Meryem Uzerli ile girdi malumunuz.
Ne yazık ki insan somut düşünmeye meyyaldir. Sendrom, hastalık duyunca anlamlandırmak için somut kavramlara ihtiyacı var insanın. Örneğin depresyonda serotonin hipotezi bu açıdan hem danışanlar hem de psikiyatristler için can simidi oldu. “Şimdi benim beynimde serotonin salgılanmıyor, ilaçla serotonini alınca her şey eskisi gibi olacak, değil mi Doktor Bey?” Adeta demir eksikliğine bağlı kansızlık tarif ediliyor. Sorunun ve dolayısıyla çözümünün bu kadar yalın ve somut olması insanı nasıl da rahatlatıyor.
Tükenmişlik Sendromu’nun talihsizliklerinden birisi tam da bu somut yüzeyle temasının zayıf olmasıyla başladı. Sendrom psikolojiden, üstelik pozitif bilimlerle temasın gayet zayıf olduğu sosyal ve endüstriyel psikoloji alanından tariflenildi. Halen konu öncelikli olarak endüstri psikolojisi tarafından sahiplenilmekte. Endüstri psikolojisi -bildiğiniz üzere- çalışanların psikolojilerini endüstri zarar görmesin diye korumaya çalışan bir alan. Çalışandan çok endüstri tarafında saf tutar. Tükenmişlik Sendromu psikiyatride bile öncelikli ilgi alanlarından biri olamadı, ki psikiyatrinin genel tıp dünyası içerisindeki konumundan daha önce bahsetmiştim.
Vel hasıl-ı kelam tükenmişliği sahiplenen çıksa bile çalışan açısından hakkıyla sahip çıkanı yok. Muhtemelen bu nedenle hem tutarlı bir tanımı hem de genel olarak kabul edilen bir toplumsal algısı olamadı. Genel olarak nasıl algılandığına bakacak olursak: “Beyaz yakalı, eğitimli, batılı, metropolde yaşayan insanların ağır çalışma şartları nedeniyle zihinsel olarak yorulması.” Maalesef gayet egosantrik bir tanım. Alt metni şu şekilde okunabilir: “O kadar zekiyim ki hayatı farklı açılardan görebiliyorum. Bu nedenle üzerime haddinden fazla sorumluluk alıyorum. Etrafımda da benim gibi sıkıntı çeken başkaları da var...”
Oysa tükenmişlik o kadar isabetli bir isim ki! Çoğumuzun içsel kaynaklarını tüketen bir iş ya da bir rol/görev (Anne olmak gibi) var, değil mi? İçsel kaynaktan kastım fiziksel, zihinsel ya da duygusal enerjidir. İşimiz ya da rolümüz bu kaynakları farklı oranlarda tüketebilir. Ben örneğin, zihinsel ve duygusal açıdan yorucu bir iş yapıyorum ve mesaim bittiği zaman iş nedeniyle harcadığım bu enerjiyi tekrar “şarj” ediyorum. İşte iş dışındaki yaşamda bu enerji şarj edilemiyorsa ya da iş aşırı talepkar olduğu için enerji çokça gidiyorsa bir kısır döngü tetiklenir. Kişi mesaisi sonrası (duygusal, zihinsel ya da fiziksel olarak) yeterince dinlenememiş olarak tekrar işe başlar. Bu durumda başladığı mesaiden daha da yıpranmış olarak çıkacaktır ve yine “şarj” olamadığında bir sonraki gündeki mesai iyice yıpratıcı olacaktır.
İşte haftalık ve yıllık tatiller tam da bu durumun kısır döngüye dönmesini engellemek için var. Bazı durumlarda yeterli olmuyor elbet. Ayrıca çalışma hayatı dışındaki durumlarda (annelik, engelli bir yakınına bakmak…) mesai kavramı olmadığından tükenmişlik çok daha hızlı biçimde oturabiliyor.
Geleneksel seyrine baktığımızda kişinin önce bu talepkar koşulları karşılamak amacıyla aktivitesini arttırmakta olduğunu görürüz. Koşu çemberindeki hamster misali, bu çaba ile koşulları değişmediği çin kişi bir süre sonra fiziksel, duygusal veya zihinsel yorgunluk yaşar ve aktivitesi azalmaya başlar. Artmış aktiviteyle bile karşılanamayan çalışma koşulları daha da gerçekleştirilemez hale gelir. Kişinin kendisiyle ilgili algısı değişmeye başlar. Kendini işe yaramaz ve ahlaksız olarak görebilir. Bu durumda işi nedeniyle iletişim kurduğu insanların duygularını anlayamama, duyarsız kalma, kolay öfkelenme zaten beklenen sonuçlardır. Stresin bedensel (kabızlık, ishal, mide hassasiyeti, hipertansiyon vs..) ve ruhsal (uyku ve cinsel istekte bozulmalar, alkol ve madde tüketimi) eklenir. Son aşamada kişi intihara kadar gidebilir.
Bu çerçeveden bakınca taşeron firmaya bağlı, iş güvencesi olmayan, yarın iş bulabileceğinden emin olamadığı için günde 16 saat bile çalışabilen, yine de zor geçinen, çalışma ortamında arkadaşının ölümlerine şahit olan bir mavi yakalı tükenmişlik yaşayabilir mi? Evet! 8 saat çalışan ama gün içerisinde sürekli hayati kararlar vermek ve gergin insanlara yardımcı olmaya çalışan bir hekim tükenmişlik yaşayabilir mi? Evet! Her an çıkabilecek vardiya, amirlerin amansız baskısı, sürekli karşılaşılan problemlerle ilgili çelişen emirleri uygulama zorunluluğu olan polis tükenmişlik yaşayabilir mi? Polis ve hekim intiharları bu perspektiften okunabilir mi? Muhtemelen evet. Tükenmişlik işçilerin bilişsel yeteneklerini de zayıflatıp daha da fazla kaza yaşamalarına neden oluyor olabilir mi? Muhtemelen evet.
Tükenmişlik bir depresyon modeli olan öğrenilmiş çaresizliği andırmaktadır. Küçük ama çok önemli bir ayrıntı farkıyla; Depresyonda kişi öğrenilmiş çaresizlik düzenekleri ile çabalamayı bırakır. Evrimsel açıdan kişinin çabasının artık yarar değil zarar getirebileceği durumlarda bir davranışsal ketlenme amacıyla depresyonun ortaya çıktığı düşünülmekte. Değişen çevre koşulları ile balansı bozulmuş olsa da, depresyon tabiatın “artık bi dur!” demesidir bu açıdan. Tükenmişlikte ise kişi tabiatın “dur” işaretine uymaz. Ya durmaya lüksü yoktur (tersane işçisi), durmadan çalışma yönünde bir kültürü vardır (beyaz yaka). İşte bu yüzden ağır depresyonda kişi harekete geçemez ve bu harekete geçememe hali yoğun ölüm düşüncelerine karşın intihara karşı koruyucudur. Tükenmişlikte ise kişi o ya da bu nedenle duramaz, o yüzden intiharların önemli nedenlerindendir.
Özetle tükenmişlik, moralsizlik, depresyon, iş stresi vs.. gibi kavramlar popüler kültürde dönüşümlü olarak kullanılmakta. Bu durumun bu kavramların hem tanınılırlığı açısından olumlu hem de değersizleştirilmeleri açısından olumsuz etkileri bulunmakta. Beyaz yaka ve batılıların tükenmişliği -diğer herşeyleri gibi- daha görünürdür elbet. Tükenmişlik ciddi ve ciddi biçimde ele alınması gereken bir durumdur, beyaz-mavi yakalı, doğulu-batılı ayırd etmez. Mavi yakalıda veya doğuda olmayacağı iddiası ancak buraları görememekle ilgili olabilir.
* http://blog.radikal.com.tr/Sayfa/benim-kiymetli-tukenmisligim-31373