14 Mart ile 1 Mayıs artık ardışık günlerdir.*

1 Mayıs’ta İstanbul Tabip Odası’nın korteji içerisindeyken Darphane taraflarında polis tarafından durdurulduk. Standart pazarlıklar… “Eyleminiz yasa dışı/Hayır efendim, anayasal hak”… Standart polis anonsu/ideolojik slogan yanıtı… Standart biçimde dağılan kitle bekliyordum ki, öyle olmadı. Yaş ortalaması 45 olan hekimler polis barikatını yarmaya çalıştı ve bekleneceği üzere gazla karşılandı. Standart olarak kitlenin bu sefer dağılmasını bekliyordum ki, yine öyle olmadı, yaklaşık 50 metre gerileyip yine pankartın arkasında saf tuttu, direndi kitle. Hemen yanıbaşımızda Eczacılar Odası ve Elektrik Mühendisleri Odası da aynı tutumu sergiledi.

Sonrasında EMO’dan elektrik hattı uzatılıp bu sefer polise anons yapmaya başladı hekimler.

Kitleye şöyle bir baktım. Mühendisler, Eczacılar, Hekimler… Sınıfsal bir mücadelenin çığlığı ise 1 Mayıs, bu sınıfsal tahakküm altında çok da ezildiği söylenemeyecek insanlar. Bu insanlar neden buradalar ve ne yapıyorlar öyleyse?

Öncelikle en kolay yanıttan başlayalım. Bu insanlar AKP’nin elitten intikam alma propaganda/politikasının intikam alınan elit ayağını oluşturuyorlar. Sosyolojiyi, tıbbi etiği, doğum korunma yöntemlerini, şehir planlamacılığını, nükleer enerji ve risklerini, kısırlık nedenlerini, statik hesabını, alkolizm riskini, doğum yöntemlerini, tarihi ve kendi uzmanlık alanları olan daha bir çok başlığı “…sizden öğrenecek değiliz!” denilen insanlar bunlar. Tarih boyunca kendini değersiz hissettirilmiş Anadolu insanının önüne, kendilerini değerli hissetmeleri için önceki makbul kesimler paçavra gibi fırlatılmıştı işte. Reis “Bana kartvizitini verdi” diyerek hekimleri meydanlardan yuhalatıyor, dış politikada yılların deneyimini taşıyan diplomatlar “monşer” diyerek karikatürize ediliyor, bilimum meslek örgütlerinin yetkileri tırpanlandıkça tırpanlanıyordu. Taban ise bu sürece Yeşilçam melodramlarında film boyunca eziyete maruz kalan fakir jönün para kazandıktan sonra döner koltuktan 180 derece dönmeden önce “Yıllar önce fakir ama namuslu bir genç vardı, hatırlıyor musun” dediği andaki gibi bir boşalım yaşıyordu. İtilip kakılan fakir ama namuslu gençler aslında hala fakirlerdi ama aralarından özdeşim kurabilecekleri bir tanesi çok zenginlemiş ve güçlenmişti ve eski elitlere böyle numaralar çekebiliyordu.

Hatta melodramlarda fakir ama namuslu gencin film boyunca alttan alıp dişini sıkmasına karşın filmin sonunda namussuzlara akşettiği tokatın seyircide yarattığı katarsis (boşalım, rahatlama) gibi bir noktaya bile gittiği oluyordu işlerin. Bu özdeşimle hala fakir olan gençler hastanelerde terör estirmeye başlamış, kendilerine çektiren namussuz hekimleri tehdit etmeye, tokatlamaya bıçaklamaya, dövmeye hatta öldürmeye kadar götürmüşlerdi işi.

Dolayısıyla fakir ama namuslu gençlerin yıllarca ezilmiş oluşu sınıfsal bağlamından koparılmış ve fatura bir güzel “elit” kitlelere kesilmiş durumdaydı ve memleketin hekimi, eczacısı, mühendisi bu tabloda ezilmekteydi. O zaman ezilenlerle birlikte 1 Mayıs’ta alanlarda olmalıydı elbette.

1 Mayıs ülkenin eğitimli orta sınıfı açısından bu şekilde okunabilir mi?

Elbette hayır.

Biliyorum ki İstanbul Tabipler Odasindaki ağabeylerimiz, ablalarımız bizler henüz tıbbiyeli olma hayali kurarken bile 1 Mayıslarda o kortejlerdeydiler. Nedeni çok açık.

Sizler bir plastik cerrahının mesaisini sosyetik hamfendilere burun estetiği yaparak geçirdiğini düşünebilirsiniz ama ben biliyorum ki rekontstrüktif cerrahinin esas mesaisi kazalar, patlamalar, yanıklar sonucu deforme olmuş yüzleri onarmakla geçer. Kazalara, patlamalara ve yanıklara da ülkenin en fukara kesimlerinin uğrama riski daha fazladır. Bir psikiyatristi rahat ofisinde keyif içinde terapi yaparken resmedebilirsiniz ama çoğu psikiyatrist mesainin önemli bir kısmını ağır mental bozuklukları olan fukara bireylere ve ailelerine yardımcı olmaya çalışarak geçirir. Bir mühendisin de ömrünün ciddi bir kısmını şantiyelerde işçilerle mesaisini paylaşarak geçirdiğini, bir avukatın da sosyetik boşanma davalarından çok yasalarla başı derde daha çok giren gelir düzeyi en düşük grupla iş yaptığını tahmin ediyorum.

Dolayısıyla, politikacılar topluma inemiyor olmakla eleştiriledursun, hekim, eczacı, avukat ve mühendisler bırakın inemiyor olmayı, toplumdan çıkamıyorlar aslında. AKP iktidarı boyunca sermayenin, spor kulüplerinin, medyanın, sanat dünyasının  ve hatta sendikaların nasıl bir sınav verdiklerini bir düşünelim, bir de yukarıda örneklediğim meslek örgütlerini düşünelim. Hekimler, eczacılar, mühendisler ve avukatlar başlarını eğmeden hatırlayabilecekler bu dönemi çünkü halkın içindeler ve halklarına karşı ülkenin okumuş insanları olmalarının sorumluluğunu hiç de fena taşımadıklarını söyleyebiliriz.

Dolayısıyla fakir ama namuslu genç: Yanlış adama tokat atma hevesindesin.

* Yaklaşık 1 yıl once Radikal Blog’da yayınlamıştım, eskimeyecek gibi duruyor, buraya da taşıyayım dedim.

Bir Cevap Yazın