“İki kişinin bildiği sır değildir Memati”. Sır o kadar tekinsiz bir olgu ki, sonunu düşünen kahraman olamaz diyen ağır abilerimizi bile ürkütebiliyor. Elbette iki kişinin bildiği de sır olabilir, tıpkı yalnızlığın da paylaşılabileceği gibi. Yine de bir bildiği vardır diyerek ağır abimizin yolundan gidelim.
İki kişinin bildiği sır değilse de sır en nihayetinde tanım olarak bilgidir ve kendisine vakıf bir kişiye muhakkak ihtiyaç duyar. Sırrı bilgiden ayrıştıran da budur zaten, bir kişinin biliyor olması ve diğeri tarafından bilinmesini istemiyor oluşu. Bilginin gizli kalma arzusu sırrı üretir ve sırrın bütün zorluğu da buradadır, diğerininden örtük olma çabası.
Artık insanın diğeri ile kurduğu ilişkinin doğasından bahsetmemiz gerekecek, bu nedenle bireyden çıkıp insanlığın sırrına göz atmayı önereceğim. İnsan nasıl insan oldu? Orta Afrika’da halinden memnun bir primat türü nasıl oldu da baskın tür haline geldi?
İnsanlaşmanın Sırrı
Aslında insanın evrimsel geçmişinde en az bir kere neslinin tükenmesi tehlikesini aştığını biliyoruz. Evrimsel antropoloji, genetik ve istatistik bilimleri böyle olduğunu iddia ediyor. Bildiğiniz gibi eşeyli üremede genler önceki kuşaktan alınır ve sonraki kuşağa aktarılır. Hal bundan ibaret olsaydı genetik çeşitlilik iskambil destesindeki kartlar gibi olacaktı, her kuşakta sadece yeniden karılan bir deste gibi ama öyle değil. Öyle değil çünkü genetik iskambil destesine çok düşük hızda da olsa bazı yeni kartlar eklenir: Mutasyon. Evet, mutasyon yani genetik yapının değişmesi daha çok kanserden tanıdık gelen ve ürkütücü bir isim ama başka boyutları da var. Kurtuluş Savaşı’nda cemiyetlerin yararlı ve zararlı olmak üzere iki başlık altında incelendiği gibi mutasyonları da pratik nedenlerle üç başlıkta ele almak mümkün. Sessiz mutasyonlar genetik yapıyı değiştirse de işlevsel olarak etkisizdirler. Etkili olanlar da sağkalımı azaltabilir ya da -çok daha düşük bir olasılıkla- arttırabilir. Neyse, konumuz için önemi olan mutasyon vardır ve her tür için kabaca mutasyona uğrama hızından bahsetmek mümkündür. Bir tür ne kadar eskiyse türün bireyleri kuşaklar boyunca o kadar mutasyona uğramışlar demektir, bu da bireylerin genetik yapıları arasında o kadar büyük fark bulunması anlamına gelir. İnsan türünde ise bireyler arasında genetik çeşitlilik son derece düşüktür. Yapılan analizler yaklaşık 60 Bin yıl önce Afrika’da yaşamış olan 5000 kadar bireyin torunları olduğumuzu göstermekte(1). (Ayrıntı için “Bottleneck Hypothesis” başlığı incelenebilir)
Evet, muhtemelen bir takım doğa olayları sonrası yaşanan iklim değişiklikleri nedeniyle insanın soyu tükenmek üzereyken farklı bir şey oldu, bırakın soyunun tükenmesini, yaşadığı gezegendeki pek çok diğer canlının soyununun tükenmesine neden olacak kadar güçlendi. Evrimsel açıdan her şey o kadar hızlı olmuştu ki edindiği bu muazzam gücün sorumluluğunu hissedebilecek olgunluğu edinememişti(r), yaşadığı gezegendeki yaşam çeşitliliğine hürmetsizliği de bu yüzdendir zaten. Bu noktada Konrad Lorenz’i yad etmekte yarar var. Lorenz hayvanların fiziksel olarak zarar verme kapasiteleri ile agresyonu baskılayabilme yeteneklerinin orantılı olduğunu öne sürmüştü. Yani minnoş yapısıyla bir kumrunun sarsakça eşelenmesi ya da gagalaması partnerine ya da yavrularına zaten pek da zarar vermeyecektir oysa durum bir şahin için hiç öyle değildir. Bu yüzden şahinin agresyon kontrolü evrimsel olarak daha gelişkindir. İnsan ise pofuduk bir primat olarak agresyon kontrolüne pek de gereksinim duymayacak bir türdür. Örneğin insanın şempanzelere göre bedensel kuvveti epeyce düşüktür (2). İnsan doğal yaşamında agresyon kontrolü pek de gerekmiyorken teknolojiyi -ve silahı- keşfetti ve adeta bir anda şahin pençeli bir kumru haline geldi. Yani iki yaşında olup tek eliyle 50 kg kaldırabilen bir çocukla aynı evde yaşamak kadar tekin insanla aynı gezegeni paylaşmak.
İnsanın bu güce erişmesi elbette fiziksel yetenekleri ile olmadı. Memeliler arasında fiziksel açıdan halen teletubbylerden halliceyiz işte. İnsan muhtemelen FOXP2 gibi bir takım son derece kritik genlerde oluşan mutasyonlar sonucu dili keşfetti (3). Elbette bu “Hmmm, şimdi FOXP2’mi mutasyona uğratmazsam türümüzün soyu tükenebilir..” diyen bir atamızın iradi bir kararıyla olmadı. Bu durum muhtemelen önceden de gerçekleşen ama beynin büyümesi de dahil pek çok bedeli olduğundan bireyin sağkalımını azaltan ve gen havuzundan silinen bir mutasyonun ekstrem doğa koşullarında sağkalımı arttıran bir unsura dönüşmesi sonucu çoğalmasıyla gerçekleşmişti. Sonuçta artık insan daha büyük sosyal gruplar oluşturmak, akrabası olmayan bireylerle de işbirliği yapabilmek ve içgüdüsel kodlarında bulunmayan avlanma da dahil olmak üzere pek çok görevi bu işbirliği içinde halletmek zorundaydı.
Orta Afrika’nın doğusu… Atalarımızın dünyaya yayıldığı toprak parçası bir takım iklim değişikleri sonucu halen dünya üzerinde yaşamın en güç olduğu yerlerden biri haline gelmişti. Bu alışkın olunmayan kuraklıkta su kaynaklarının yerlerini, avlanma taktiklerini, nadir bulunan yemişlerin yerini iletmek için dil gerekliydi. Gerçekten gerekli miydi? Aslında bu bilginin aktarımı için dilimizde isabetli biçimde Tarzanca olarak ifade edilen öndil (protolanguage) işlevi yeterlidir. Tarzanca adres tarifini hatırlayın: “Go left, go go go, trafik layt, go rayt…” Avlanma için de aksiyon filmlerindeki özel timleri hatırlayın, sadece işaret diliyle başarılı bir operasyonu sürdürmek mümkün. Peki söz dizimi (sentaks) neden gerekti? Akla yatkın bir hipotez (4) söz dizimini içeren dilin temel olarak dedikodu işlevi için gerekli olduğu yönünde. Primat grubuyken bir karınca kolonisi gibi işbirliği içinde ve özgeci davranmaya zorlanan bir hayvan türüde, hileci ve kaytarmacıyı saptamak ve cezalandırmak için dedikodu gerekliydi. “Hilmi Abi geçen avda da hastayım demişti.” ya da “Fadime Yenge o yönde yabani turp yok demişti ama heybesi dolu sanki” gibi ifadeleri ön dil ile aktaramazsınız. Peki Hilmi Abiler ve Fadime Yengeler? Kendileri hakkında dedikodu yapıldığını nasıl anlayacaklar? Hele de aslı astarı yoksa ve sadece iyice karmaşıklaşan ittifak grupları ve değişken sosyal hiyerarşi dinamiklerinde kendilerine iftirada bulunuluyorsa?
Aslında dil işlevi ile eş zamanlı gelişen başka bir özellikten bahsediyoruz: Zihin Kuramı. Zihin Kuramı’ndan Psikeart’ın önceki sayılarında da bahsedildi, kısaca tanıtacağım. Aslında her insanda diğerinin zihinsel durumuna ilişkin bir temsil üretme yeteneği vardır. Bir ortamda bahsettiğiniz konunun diğerini sıkmakta olduğunu çıkarsayabilme yeteneğinizden bahsediyorum ya da diğerinin sizden sakladığı bir şey olduğunu sezinleyebilmenizden. Diğerinin zihinsel durumunu sadece sözcüklerden çıkarsamayız. Gözler kalbin aynasıdır. Evet, özellikle bakışlar zihinsel duruma ilişkin önemli bilgi verirler. Bu yüzden sır kaçamak bakışlara neden olur mesela. Bu nedenle bir bireyin Zihin Kuramı yeteneğini saptamak için kullanılan testlerden birisi olan Gözlerden Zihin Okuma Testi insanların sadece gözünü içeren fotoğraflardan zihinsel durumunu çıkarsamaya dayanır. Elbette gözlerin dışında kelimeler, beden postürü ve ses tonu gibi pek çok ayrı girdi Zihin Kuramı işlevi için kullanılır.
Zihin Kuramı’nın Otistik Spektrum Bozuklukları için çekirdek patoloji olduğu yani bu durumun esas nedeni olduğu düşünülmekte. Yine insan sarrafı olarak bilinen kişiler muhtemelen Zihin Kuramı yetenekleri fazla olanlardır. Peki ya sırlarınıza vakıf olarak sizi hayrete düşürenler yani falcılar? Falcıların Zihin Kuramı yeteneklerinin toplum genelinden fazla olduğu gösterilmiş durumda(5). Peki, iş Zihin Kuramı yeteneği ile bitiyor mu? Elbette hayır, bir de teknik giriyor devreye. Falcı size aktaracağını genelde bütün bir metin halinde vermez. Gözünüzün içine bakar ve “Evlisiniz” der. Sonra size bakmaya devam eder. Yüzünüzdeki belli belirsiz bir ifadeden bile içiniz okuyabilir ve evlilikle ilgili duygunuzu çıkarır: “Evlilikte sıkıntılar var.” Sonra bir soru sorar belki: “Kocanla nasıl tanışmıştın?” Siz tanışmanızı anlatırken yüzünüze bakar ve duygunuzu tanır. “Kocanı seviyorsun, kocan iyi biri”… O noktada dayanamayıp siz bir şey söylersiniz: “Kendisi iyi de…” Tamamlar: “Aranıza girenler var!” bu süreç böylece gider. Elbette bir de herkese uyabilecek cümleler serpiştirilir araya: “Haksızlığa gelemiyorsun hiç kızım sen”. Ben haksızlığa bayılırım diyen kimse yoktur aslında ama siz “Vallahi hepsini bildi” diyerek seanstan çıkarsınız. Zihin Kuramı falcılarda gelişkin olabilir ama tüm insanlarda az ya da çok vardır. Yetenekli ya da daha az yetenekli falcılardan oluşan bir dünyada yaşıyoruz yani. Sırların korunmasının çok güç olduğu bir dünyada…
Özetle gelişkin Zihin Kuramı yeteneği insanın alamet-i farikalarındandır. İnsan diğerinin zihnini okumaya yönelik evrimleşmiştir, diğerinin zihnini okuyabildiği için baskın tür olabilmiştir. Sırrın yükü de buradan kaynaklanır. Dedektörden metal geçirmek gibidir insanların arasında zihnini saklamaya çalışmak. O kadar yorar ki insanın Midas’ın kulaklarını kuyulara bağırası gelir.
Hal böyleyken uğraşma istersen Memati? Nasıl olsa sonunu düşünen kahraman da olamıyor, bak…
*Psikeart Dergisi “Sır” başlıklı sayısında yayınlanan yazının kısmen rötüşlanmış halidir.
1- Lewin, Roger 2005. Human Evolution: An Illustrated Introduction 5th edition. Wiley-Blackwell
2- http://www.smithsonianmag.com/smart-news/why-are-chimpanzees-stronger-than-humans-1379994/?no-ist
3- Enard W, et al. Molecular evolution of FOXP2, a gene involved in speech and language. Nature 2002;418:869–872.
4- Dunbar, R. I. M. 1996. Grooming, Gossip and the Evolution of Language. London: Faber & Faber.
5- Dziobek I, Rogers K, Fleck S, Hassenstab J, Gold S, Wolf OT, Convit A. In search of “master mindreaders”: are psychics superior in reading the language of the eyes? Brain Cogn. 2005 Jul;58(2):240-4.