İnsanın isteyerek yaşamına son vermesi zaten yeterince esrarengiz bir olgu. Asker ve hekim intiharlarında bu muamma daha da fazla. Askerlik, ki başkasını öldürmek (savaş) ve öldürmeye hazırlıktan (tatbikat, eğitim vs..) oluşmuş bir rol. Bu açıdan tam karşıtı hekimlik, zarar vermemek ve yaşatmaya adanmış başka bir rol. Başkasını öldürmeye hazırlanan ve başkasını yaşatmaya çalışanların kendilerini bilerek ve isteyerek öldürmeleri…
Bu sene içerisinde 5 hekimin intihar ederek öldüğü düşünülüyor. Daha önce hekim intiharları ile ilgili bir istatistik tutuldu mu bilmiyorum ama intihar oranlarında ciddi düzeyde artış varmış gibi görünüyor. İnternette intiharlar vicdani veya uzun çalışma süreleri nedeniyle “rahatlamak ve deliksiz bir uyku çekmek” amacıyla kullanılan bazı ilaçların bağımlılık yapması gibi nedenlere bağlandığını görebiliyoruz.
Asker intiharlarının rakamsal dökümü epeyce karışık. 2002-2012 yılları arasında 934 askerin intihar sonucu, 818 asker ise savaşta öldüğüne ilişkin Genelkurmay açıklaması bir fikir verebilir. Yine aynı açıklamada 2012 yılında intihar oranlarının yüz binde 15’e düşerek 10 yıl içerisinde yarı yarıya azaldığı belirtilmiş. Genelkurmay intihar nedenlerini uyuşturucu bağımlığı, ailevi sorunlar, aşırı borçlanma, yüz kızartıcı olaylar, uyumsuzluk ve kötü muamele olarak sıralamış. Askerlikte bir diğer önemli ölüm nedeni ise “eğitim zayiatı”. Eğitim zayiatı adı altında cinayetlerin maskelenmesini kanıksadığımız için, toplumun eğitim zayiatlarına duyarlanması sonucu bu cinayetlere intihar süsü veriliyor olduğu iddiası çok şaşırtıcı gelmedi doğrusu. Sözün kısası asker intiharlarında artış olup olmadığını saptamak daha da güç. Yine de bir artış olduğunu sezinliyorum.
Diğerini öldürmek ve diğerini yaşatmak üzerine kurulan bu iki rolde neden intiharlar artıyor olabilir? Birkaç fikrim var:
1- Tanımı gereği ölümle bu kadar içli dışlı olmanın bu rollere intiharla ilgili ek bir risk yüklemiş olabileceği.
2-Çalışma koşullarının her iki rolde de ölümcül araçlara (anestezik ajan, bistüri, ateşli silah) erişimi kolaylaştırıyor olması.
3- Konu hakkında çelişkili veriler bulunmakla birlikte profesyonel askerliği seçenler dürtüsellik eğilimi gösteren bir grup olabilir ve bu durum intihar riskini arttırıyor olabilir.
Çuvaldızı kendimize batıralım. Yine veriler çelişkili olmakla birlikte bazı çalışmalar hekimler arasında en yüksek riskli uzmanlık alanlarından birisinin psikiyatri olduğuna işaret ediyor. Psikiyatri seçiminde rol oynayan tanımlanmış ya da tanımlanamamış psikolojik değişkenler intihar eğilimini de arttırıyor olabilir mi? (Çuvaldızı azıcık batırıyor ve konuyu kapatıyorum.)
Bu üç önerme de rol tanımının değişmez ögelerinden kaynaklanıyor ve intihar oranlarındaki olası artışı şimdiye kadarki argümanlarla açıklayamayız. Bakış açımızı biraz daha genişletmeyi öneriyorum.
Askerlik yapanlar bilir; askerlik çoğu zaman içinde mantık barındırmayan bir eziyetler silsilesi olarak geçer. Yatak çarşaflarının üzerinde bozuk para zıplayacak düzeyde gergin olacak şekilde toplanması, aynı gün bozulacağının bilinmesine karşın ayakkabı boyasına yüklenen devasa önem, çoğu zaman boş şarjörle tutulan amansız gece nöbetleri… Bu eziyetli işe gönüllü olarak katlanılır, davul-zurna ile uğurlanır. Kişi askerden döndükten sonra ise artık toplumun erişkin bir bireyi olarak kabul görür ve saygı gösterilir. Örneğin kız isterse verilir. Kişi askerliği hakkıyla yaptığı için kendiyle o kadar gurur duymaktadır ki yerli yersiz askerlik anılarından bahseder. Çekilen sıkıntılar mizah unsuru olmuştur artık.
Bu perspektiften zorunlu askerlik tam bir erginleşme ritüeli olarak görünmekte. Erginlenme ritüelleri çeşitli kültürlerde ayağa bağlanan sarmaşıktan bir halatla kendini metrelerce yükseklikten bırakmaktan, günler süren kilometrelerce uzunluğundaki bir rotada yürümeye, sadece mızrakla aslan avlamaktan, bedende ve/veya yüzde yaygın dövme veya skarifikasyon yaptırmaya kadar çeşitli eziyetlerden oluşmaktadır. Topluluğun gençleri erişkinliklerini kabul ettirmek için bu eziyetlere gönüllü katlanırlar. Bu ritüellerin önemli bir eşlikçisi ise sünnet operasyonu olabilmektedir.
Erginlenme ritüeli toplumun (büyük öteki) kim tarafından koyulduğu hatırlanamayacak kadar kadim kurallarını ve gücünü göstermektedir bireye. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmektir. Sünnetle ucundan azıcık kesilir, “adam” olmazsa kökünden de kesilebileceğinin bir uyarısıdır sadece ya da metrelerce yükseklikten halatsız olarak atılabileceğinin. Erişkin adayı tehlikedir toplumun kuralına, testiyi kırmadan tokadı yer delikanlı, tehlikesi de bertaraf olur. Böylece delikanlı topluluğun bir üyesi olarak savaşması gerektiğinde savaşır, münasip kısmetle birleşir: Grup içi çatışma minimum, grup kohezyonu maksimum, daha ne olsun!
Askerlik bir erginlenme ritüeliydi. Ordunun tamamen profesyonel olması önerisine itirazlar tam da bu noktadan kaynaklanıyordu. Çok da izah edilemeyen bir itiraz: “Askerlik… toplum… kültürümüz… kutsal…” şeklinde sayıklamalar gibi aklımda kalan itirazlar. Bu yazı askerliği bir erginlenme ritüeli olarak tanımlayarak o itirazdaki boşlukları doldurmuştur umarım.
Peki ne oldu? Son yıllarda tekrar tekrar çıkan bedelli askerlik fırsatları zorunlu askerliği sadece para denkleştiremeyen “ezik”lere mahsus eziyete dönüştürdü. Devlet büyüklerinin çocuklarının askerliğe çeşitli sebeplerle elverişsiz bulunması ya da bedelli askerlik için şartları karşılamadıkları halde kapsamdan yararlandırılmaları zorunlu askerliği işini bilmeyen beceriksizlerin angaryası haline getirdi. Belki de en önemlisi ordu imgesi vatanı savunan peygamber ocağı iken; darbe yapmaya fırsat kollayan, fırsat çıkmazsa cami bombalamak da dahil olmak üzere fırsatı yaratmak için her şeyi yapmaya hazır bir terörist çetesi haline dönüştürüldü.
Sonuçta askerlik her zamanki kadar eziyetliydi ama artık bir erginlenme ritüeli değildi. Erginlenme ritüeli adına olumlanan hatta kutsanan vasıflarını neredeyse tamamen yitirmişti. Bu koşullar altında çoğu evinden ilk defa uzaklaşan, tanımadığı bir kültürde nedenini bilmediği fiziksel ve psikolojik zorlamalara maruz kalan delikanlıların bu durumla başa çıkmalarına yardımcı olacak yegane müessese -kutsiyet- artık yoktu. Delikanlılar da bu zorlanma karşısında dökülmeye başladılar işte.
Hekimlik neredeyse ömür boyu süren bir rol. İntörnlük ve asistanlık dönemlerinde katlanılan sıkıntıların bir ölçüde erginlenme ritüellerine yakınsadığı kanaatindeyim, bu röportaj belki de kollektif bilinçdışının tezahürüdür. Asistanların talepleri ve şikayetleri karşısında hocaların sürekli esas kendi asistanlıklarının ne kadar eziyetli olduğunu anlatma ihtiyaçları da erginlenme ritüeline işaret etmiyor mu? Yine de hekimliğe bütünüyle erginlenme ritüeli demek olanaksız. Buna karşın yukarıdaki paragraftaki dinamiklerin hekim intiharlarında da geçerli olduğunu düşünüyorum. Hekimlik gerçekten de insanın kurtulamadığı, talepkar ve kimliğin baskın belirleyicilerinden olabilen bir rol. Bu zorlayıcı unsurlara karşın atfedilen saygınlık mesleğin sürdürülmesine yardımcı oluyordu. Performans sistemi ile hekimlere yönelik çıkarcı algısının yerleşmesi, malpraktis furyası ile hatası kollanılır olmaları, mecburi hizmet ile parçalanan aileler ve babasız büyüyen bebekler, siyasilerin “doktor efendi” söylemleri ile miting alanlarında hekimlerin yuhalatılması ve akabinde hekimlere yönelik saldırılardaki muazzam artış, artık buralarda saygınlık aramanın saflık olduğunun çeşitli göstergeleri. Böylesine zorlayıcı bir meslekte koruyucu olan nadir müesseselerden biri olan saygınlık elden gidince genç meslektaşlar birer birer dökülmeye başladılar işte.
Çözüm: Eksileni yerine koymak. Siyasilerin hekimlerden rövanş almak üzerinden prim yapmaktan vazgeçmesi ya da bizzat hekimler tarafından vazgeçmelerinin sağlanması gerekiyor artık. Askerliğin ise daha rasyonel bir düzlemden algılanmasının sağlanması ülkenin eli kalem tutan insanının vazifesidir.
[…] bir tatmin ve sonrasında nostalji ile hatırlanır. Anlamlı gelmediğinde ise felaketlere yol açabilir. Sonuç olarak amacı olmadığı için -doğal olarak- eziyete de katlanmak istemeyen, direnci […]